Günümüz newzuhur siyasal İslâmcıları; ruh ve kültür temelli müspet milliyetçiliğin kavmiyetçilik ve ırkçılık olmadığını -Ülkücü gençliği takdir ettiğinde ‘Bunadı!..’ (!?) dedikleri, Hakk’a yürümesinden sonra ‘Üstâd’ diye yeniden keşfettikleri (?)- “Yirminci Asrın ‘Çile’ Harmanı”nın yazdıklarını tekrar tekrar okuyup hakkıyla öğrenmeleri, akıl, iz’an, vicdan ve şuur plânında idrak etmeleri gerekir…
Necip Fâzıl; “Türk milleti” tâbirini, sözde İslâm kardeşliği adına “şövenizm ifâdesi” olarak algılayan, Müslümanlık adına Türklüğü yok sayan “mukaddesat tüccarı” politik hokkabazlara, “Türk’ün rûhuna musallat olan mânâ barbarları, Allah ve Resûlü’nün düşmanları” olan ateist ulusalcılara, bir başka ifâdeyle millî (?) münafıklara, yâni Türk’ü İslâm’dan, İslâm’ı Türk’ten tasfiye etmek isteyen her türlü gayrı dînî ve gayrı millî akımlara, milliyetçiliği kavmiyetçilik zanneden, ancak başka etnisitelerin ırkçılığını yapmayı kendilerine hak gören, ancak milliyetçiliği reddeden beynelmilelci siyasal İslâmcılara, bölücülere ve “kaba yobaz-ham softa”lara da milliyetçilik dersi vermiştir. Üstâd’ın rahlesinden geçtiğini söyleyen, ancak Türk kelimesini kullanmayı günah ve ırkçılık zanneden birilerinin dikkatine sunmak istediğim şu ifâdeler de Necip Fâzıl’a âittir: “Türk vatanının, yalnız Müslümanlar ve Türklerle meskûn, yalnız Müslümanlardan ve Türklerden ibaret bir hâle gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştanbaşa temizlenmesi için her tedbir alınacaktır. Temizlenmesi gereken başlıca hain ve muzlim unsurlar: Dönmeler ve Yahudilerdir. Dönmeler ve Yahudileri takiben, haklarında hıyanet tabirini kullanamayacağımız hâlde, din ve ruh ayrılıklarından dolayı iklimlerimizden uzaklaştırılmaları gereken Rumlar, Ermeniler ve sair ufak tefek topluluklar gelir.” Eğer bu sözlerin altında ülkücü bir liderin, Alparslan Türkeş’in ya da Muhsin Yazıcıoğlu’nun veya Nihal Atsız’ın, Gâlip Erdem’in ismi yazılmış olsaydı, bâzı newzuhur siyasal İslâmcılar onların ne ırkçılığını ne de faşistliğini bırakırlardı…
Necip Fâzıl’in fikirleriyle yoğrularak bugünlere geldiklerini, O’nun öğrencisi olduklarını iddia edip Türklüğü etnik bir kimlik olarak gören, konuşma ve yazılarında “Türk” dememek için bin bir türlü manevra yapan, sürekli ülkemizdeki etnik kimliklerden bahseden ve özellikle “Kürt” etnisitesini öne çıkartmanın demokrasinin ve insan haklarının bir gereği olduğunu söyleyen bölücü sempatizanı “vatanı, bayrağı, milleti, devleti kabul etmeyen”, Türk milliyetçiliğini kavmiyetçilik gören, ancak “etnik fitne”ye çanak tutan aklı evvel siyasal İslâmcılara şunları sormak istiyorum: Bu vatanda yaşayan insanların ortak ismi ve kimliği olan “Türk milleti” kavramını ırkçılık olarak görüp reddetmenin, Türklüğü yok sayıp anayasadan çıkartmaya kalkmanın; “müspet milliyetçilik” yerine sürekli etnik kimliklere vurgu yapmanın, yâni “menfî milliyetçilik” diye tesmiye olunan kavmiyetçilik / ırkçılık temelinde siyaset yapmanın bölücülük ve ayrımcılık olduğundan haberiniz yok mu acaba? Sosyolojik bir gerçek ve bu toplumun müşterek kimliği olan “Türk milleti” kavramını öne çıkartmak varken; Türkiye’de Kürt, Arap, Boşnak, Pomak, Arnavut, Gürcü, Çerkez, Laz, Roman vs. gibi kavmî aidiyetlere vurgu yapmanın ülkemizi bölüp parçalamak isteyenlerin değirmenine su taşımaz mı? Farklılıklarımız zenginliğimiz olup, bir kilimin renk ve desenleri gibidir. Ancak müşterek değerlerimize ve ortak kimliğimize vurgu yapmak, bir ve beraber olduğumuzu anlatmak dururken, sık sık etnik kökenleri öne çıkartmak ve “nesep asabiyesi”ni kışkırtmak ırkçılığın dik âlâsı değil midir? Bu vatanda yaşayan insanların genel, sosyolojik, hukûki ve medeniyet kültürü olarak müşterek ismi ve resmî adı “Türk milleti”dir. Üstâd bu konuda da şunları yazmıştır: “Bizim anladığımız milliyetçilikte rûhî muhtevâ esastır; ondan sonra ona bağlı millî tecellîler ve tahassüsler, bizim milliyetçiliğimizin tablosunu çizer. Namık Kemal Arnavut’tur. Ama ırk meselesi, şuradan doğabilir ki Arnavut’u, Çerkez’i, Kürt’ü, hepsi Müslüman olarak nazarımızda müsâviyken, bunlar kendilerini İslâmî ölçü dışı bir nisbetle bizden koparıp da infirada, ayrılmaya doğru giderlerse o zaman her birinin, Arnavutluğu, Çerkezliği, Kürtlüğü ayrıca kabahat olur. İşte o zaman Türklük girer araya. Ve dine hizmet noktasında nefsine imtiyaz arayabilir. Biz buna kabahat demeyiz o takdirde… Nitekim Akif de Arnavut’tur ama ciddi bir Müslüman ve Türk’tür nazarımızda…” Necip Fâzıl, 56 yıl önce kaleme aldığı bir başka yazısında da “Türk topraklarından birer Kürdistan ve Ermenistan payı çıkarılması için Amerikalı ve İngilizlerin hatta Rusların bile mutâbık göründüğü bir hengâmede şu kontr gerilla çekişmesi evet hâlâ kurtulamadığımız ufaklık ve pespâyelik felâketinin hazin bir tecellisidir.” demiştir. Ve Necip Fâzıl bütün bu sebepler dolayısıyla da İslâm’a ve Türk milletine yapılan saldıranlara karşı bir ömür bitip tükenmez bir enerjiyle mücâdele etmiştir. DEVAM YARIN