Peçesi yırtılan ve zor durumda kalan kadınlar da bağırarak yardım istemiştir. Olay yerine ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur çocukları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız Ermeni lejyonerlerinin üzerine yumruklarıyla yürümüş, yanında silah olmayan Çakmakçı Said, düşman askerlerininm açtığı ateş sonucu şehit olmuştur.  Bu sırada; asıl adı “İmam” olan -isminin İmam Ali olduğu da mervîdir-, ancak Uzunoluk Caddesi’ndeki dükkânında süt satarak geçimini sağlayan, aynı zamanda Uzunoluk Camii’nin imamlığını da “Allah rızâsı” için yapan bu sebeple de  “Sütçü İmam” nâmıyla tanınan Maraşlı İmam; Karadağ tabancasını alarak dükkânından hızla olayın olduğu yere gelmiş ve “Durun bre dinsizler, durun bre densizler. Yaptığınız yetti artık!” diyerek silahını Müslüman Türk hanımın peçesini yırtan Ermeni lejyoneriyle ve Çakmakçı Said’i vuran Fransız askerinin üzerine boşaltarak, birisini öldürmüş, diğerini de ağır yaralamıştır. 31 Ekim 1919’da, düşmana ilk kurşunu atıp Kahramanmaraş’taki istiklâl mücâdelesini başlatan Sütçü Imam’ın silahı ile yaralanan Ermeni askeri arkadaşlarının yardımıyla kışlaya götürülmüş, yaralı asker 1 Kasım 1919 günü ölmüş, Sütçü İmam ise yakalanmamak ve çetelere katılmak için Bertiz’e kaçmıştır.  İşte 31 Ekim 1919 Maraş’ta târihî Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan Müslüman Türk hanımlarının örtülerine el uzatan Fransız destekli Ermeni askerlerinin beynine büyük bir gürültüyle patlayan Sütçü İmam’ın elindeki Karadağ tabancasından çıkan ateş, İstiklâl Harbi’nin ilk kıvılcımı olmuştur.  Sütçü İmam, Maraş’ta da Müslüman Türk hanımlarının örtüsüne uzanan eli kırmış ve Ermeni askerlerini hâk ile yeksân ederek, onlara anladıkları dilden gerekli cevâbı vermiştir.  Uzunoluk Caddesi’ne 1936 yılında Belediye tarafından yaptırılan bir âbideye şu sözler yazılmıştır: “31 Ekim 1919” da Sütçü İmam, Türk namusunu burada silahıyla korudu.”

 

Netice olarak, tarih şahittir ki, Müslümanın örtüsüne uzanan eller Hilâl’e düşman gayrımüslimler ve Türk Milleti’ne diş bileyen Batı’nın yeniçerileridir…

* * *

Sizler, zulüm düzenine karşı başkaldıran cümle ‘Kardelenler…’  Bahtı kara insanların yüz akı olan, karanlık bir dünyanın aydınlık tebliğcileri olan ‘Beyaz Zenciler…’ Selâm olsun hepinize... İnanç Âbideleri olan sizler;  eğitim hakkınızın engellenmesi karşısında göstermiş olduğunuz dayanışmanızdan, vakur tavrınızdan, tepkilerinizdeki ağırbaşlılıktan, ortaya koyduğunuz medenî protestodan dolayı takdir ve tebriklerimi belirtmek istiyorum... Hakkınızı alıncaya kadar,  yüreğimiz, bileğimiz, kalemimiz, kelâmımız ve duâlarımız sizinledir... Haklı davanızda sonuna kadar yanınızdayız... Âkif’imizin; “Ne gurbettir çöken İslâm’a, İslâm’ın diyârında” diye târif ettiği bir zaman diliminde yüzümüzü ağartan Âsım’ın nesli olan genç insanlar... Biz sizleri, zemherideki kıştan, şubattaki fırtınadan koruyamadık... Sizin, okullarınıza rahat rahat girmenizi temin edemedik... Siz, vizenizi alamadınızsa da, sınıflarınıza giremedinizse de, inanç imtihanınızı başarıyla geçtiniz; ama biz, a’rafta kaldık... 

 

‘İnanç sancağı’ olan örtülerini başlarında taşıyan ve “Ben bu ülkeye kara sevdalıyım” diyen mağdurlar; şunu hatırınızdan asla çıkarmayın: Hiçbir kış mevsimi yoktur ki, bahara gebe olmasın... Hiçbir karanlık dönem yoktur ki bir nur şerâresiyle aydınlanmasın... Ve hiçbir gece vâkî değildir ki,  karanlıkları yırtan müjdeli bir şafakla sabâha ulaşmasın.  Çekilen sıkıntılar, yaşanan sancılar yeni bir îman çağının geleceğinin habercisidir… Kulak ver, ne demiş şâir;

 

“Deli gönül ne gamlanın,

Dolacaktır çile bir gün…

Süre süre bahar gelir,

Bülbül konar güle bir gün…”[1]

 

Feleğin çarkı, her şeye rağmen bize  doğru dönmeye başlamıştır, karanlık fecr-i kâzipten fecr-i sâdıka doğru yol almıştır, Şubat ayazlarına rağmen güneşin parlak ve sımsıcak şuâları buzların eriyeceğini müjdelemiş ve Hz.Ali (r.a.) Efendimiz’in dediği gibi; “Gözü olana gün ışımıştır!..” Dayanılmaz bir çileyi göğüsleyen aydınlık yarınlarımızın nur yüzlü habercileri, emîn olunuz ki;

 

“Yarın,  elbet bizim,  elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir!”[2]

 

Bahtı kara insanlara, hiç sönmeyecek İslâm’ın ebedî nûrunu sunacak olan îman âbideleri… Başörtüsü; kimliğimizdir, onurumuzdur, inanç sancağımızdır.  Kimliğimizi kaybetmeyeceğiz, onurumuzu çiğnetmeyeceğiz… İnanç sancağımızı madde ve mânâ plânında yere düşürmeyeceğiz… Unutmayın ki, istikbâl inananlarındır... Yarınlar, inancı için her türlü çileyi göze alanlarındır... Yarınlar, “inanç sancağı” olan başörtülerini şerefle dalgalandıranlarındır... Ve inşallah, yarınlar sizindir... Yarınlar bizimdir… Çünkü Kerîm Kitabımız;  “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer gerçekten inanmışsanız üstün gelecek olan sizsiniz”[3]  müjdesini on dört  asır önceden bizlere vermiştir.

Bugünkü yenilgimiz, yarın ki zaferlerimizin habercisidir… Zîrâ;

 

“Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mîmar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır  ”[4]

 

Şimdiden zaferiniz kutlu olsun…                            

Hepinize bâkî selâm olsun...  

Allah (c.c.) yâr ve yardımcınız olsun…

SON

Dr. Mehmet GÜNEŞ

(Nizâm-ı Âlem Dergisi, Kasım- 1997, Sayı: 32, Sayfa:12)



[1] Kasım Kazancıklıoğlu
[2] Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Zindandan Mehmed’e Mektup
[3] Âl-i İmrân, 3/139
[4] Sezâi Karakoç, Şiirler - V (Zamana Adanmış Sözler), Sürgün Ülkeden  Başkentler Başkentine, 76