“Bilsinler ki adam gider ad kalır”
Şehriyâr
Gönül hânemize yine bir hazan rüzgârı esti. Ölüm, her zaman olduğu gibi yine “erken gelen” yakıcı bir nefesti. 30 Ekim 2021 günü öğleden sonra aldığımız acı bir haberle zaman birdenbire durdu. Gözlerimiz bulutlanırken boğazımıza sanki bir yumruk oturdu. Ve bir kez daha kelimelere sığmayan derin bir ıstırapla yüreğimiz kavruldu… 
80 öncesinin o zor günlerinde “dîn ü devlet mülk ü millet” aşkıyla vatan müdafaası yapan; başı dik, alnı ak, sevdâsı Hak olan, “Kevser akan, ‘Gül’ kokan”[ Nurullah Genç, Rüveyda, Rüveydâ, 65], Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın beşik kertmesi, ideâlizmin son efsânesi, Anadolu’nun alın teri, “Bu Ülke”nin[ Cemil Meriç, Bu Ülke, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1983.] yerlileri olan; fakirin “Onlar” diye vasfettiği kadim ülkücülerden, “mazlum ve mahzun bir neslin”[ Dr. Mehmet Güneş, İz Bırakan Yazılar, Onlar / Mazlum ve mahzun 177-186] önde gelen isimlerinden Erol Dok kardeşimiz de geçirdiği kalp krizi neticesi ansızın gurûb etti.  
Tıpkı şâirin;  “Yaşarken doludizgin, ölüvermek apansız”[ Ümit Yaşar Oğuzcan, Ölüm Gazeli]  mısraında ifâde ettiği üzere, bir ikindi güneşi gibi... 
‘Eylül’ün Kırdığı Güller’in[ Dr. Mehmet Güneş, İz Bırakan Yazılar, 187-200] gönülleri her dem genç olsa da, bu ideâlist insanlar saçlarından, sakallarından giymeye başladıkları beyaz kefenleriyle zâten her geçen gün biraz daha günbatımına doğru yol alıyor ve dünya gurbetini mesken tutanların sayısı Kıbrıs gâzîleri gibi gitgide azalıyor. 
“Allah’ın takdir ettiği vâdeyi”[ İsrâ, 17/99] dolduranlar; “kûs-i rıhlet”[ Göç davulu] çalınca, sonbaharda sararan yapraklar misâli bir bir düşüyor dalından… “Ircı’i”[ Dön!]  emr-i İlâhisine uyarak; ölümle, ölümün öldüğü ölümsüzlük diyarına hicret ediyorlar bu hayat masalından…   
    Biliyoruz ki; bir ezan ve bir salâ arasında yaşanan ve “ölüm için yazılmış bir kasîde”den[ Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Erzurumlu Tahsin, 93] ibâret olan fânî âlemdeki dünya hayatı sayılı nefeslerle sınırlıdır. 
Her soluk alışımız bir şeyler eksiltir bu dünyadaki ömür sermayemizden…  Takvim yaprakları birer birer azalır, saç sakal ağarır, gün akşama yaslanır ve farkına var/a/masak da göç davulu bir gün bizim için de çalmaya başlar…
 Zâten her kalp atışımız ve her nefes verişimiz, kendi ecelimizin ayak seslerinin bize biraz daha yaklaştığının habercisi değil midir? Niyâzî-i Mısrî bir nutk-ı şerifinde bu hâli;
“Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gâfil, binâsı oldu vîrân, bîhaber.”
mısrâlarıyla çok veciz bir biçimde ifâde etmiştir. 
Muhakkak ki her insan için hayat güneşi gurûb ederken; zaman birden kırılır, gün batar, söz biter, kalp durur ve ibre sona vurur…  Yahyâ Kemâl de “bu bezmin encâmı”nı bir rubâîsinde;  
“Bir bitmeyecek şevk verirken beste,
Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir.”[Yahyâ Kemâl Beyatlı, Rubâîler  ve  Hayyam  Rubâîlerini  Türkçe  Söyleyiş, Rubâî, 36] 
diyerek, ölümü ölümsüz bir beyitle dile getirmiştir.
Nurullah Genç, Rüveyda, Rüveydâ, 65
 Cemil Meriç, Bu Ülke, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1983.
 Dr. Mehmet Güneş, İz Bırakan Yazılar, Onlar / Mazlum ve mahzun 177-186
 Ümit Yaşar Oğuzcan, Ölüm Gazeli
 Dr. Mehmet Güneş, İz Bırakan Yazılar, 187-200
 İsrâ, 17/99
 Göç davulu
 Dön!
 Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Erzurumlu Tahsin, 93
Yahyâ Kemâl Beyatlı, Rubâîler  ve  Hayyam  Rubâîlerini  Türkçe  Söyleyiş, Rubâî, 36