Bütün bu âmir hükümler, yasalar ve sözleşmeler olmasına rağmen, dînî inançların gereğini yerine getirmek isteyenlere mânî olan ve eğitim hakkını engelleyen “Başörtüsü yasağı”nın en şedîd bir biçimde uygulaması; din ve inanç hürriyetiyle, eğitim hakkının ihlâl edilmesi değil de nedir acabâ?

 Unutmamak gerekir ki, örtünmek ve başörtüsü takmak, Müslüman kadın için bir ibâdettir, “dînî bir vecîbedir...” Tesettür Allah(c.c.)’ın emridir... Bu gerçeğin başka taraflara çekilip, yasağa gerekçe gösterilmesine artık kimse inanmamakta, başörtüsüyle okula gelmenin cumhuriyeti ve devleti yıkmaya mâtuf bir eylem olduğuna dâir görüş ve beyanlar gerçeği yansıtmamakta, gâyesi “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” olanların niyetleri de gözden kaçmamaktadır… Bu yasak; inanan insanları dışlama, toplumu bölme ve ülkede kargaşa ortamı yaratma gâyesine hizmet etmekte olduğu artık çok âşikâr olarak görülmeli, millî birlik ve berâberliğimizin çimentosu olan mânevî değerlerimiz zayıflatılmamalıdır. Basit çıkarlar uğruna millî ve mânevî değerlerimiz yıpratılmamalı, siyâsî rant kavgası, makam ve mevkî kaygısıyla “Biz devleti gericilikten kurtarıyoruz!” diyen ‘geri kafalılar’ın, mukaddes değerlerimizin katledilmesine aslâ müsaade edilmemeli, devlet-millet zıtlaşmasına bilerek ya da bilmeyerek çanak tutulmamalıdır... 

  

Hele hele, İmam Hatip Liseleri ve İlâhiyat Fakülteleri’nde de uygulanan bu yasağın hikmetinin (!) neler olduğu hususunda îzahta bulunmak ve kız öğrencilerin başörtüleriyle okullarına alınmamasının mantıklı açıklamalarını (!)   yapmak zahmetine hiç kimse kalkışmamalıdır... Zâten “Dînî tedrisat yapsın” diye devletin kendi eliyle açtığı İHL ve İlâhiyat Fakülteleri’nde de, bu “çağdaş yasağın” uygulanması nasıl ve ne gerekçeyle îzâh edilebilir? Semâvî dinlerin tamamında örtünme hükmü vâr olup, din eğitimi yapan dünyadaki bütün okulların hepsinde de kendine mahsus bir tesettür şekli bulunmaktadır... Haydi diyelim ki, bütün dünyadaki “kamusal alanlar” evrensel ölçülere göre şekillenir ve memûriyet için bu kıstaslar geçerlidir. Askerin, polisin, sağlık personelinin ve diğer devlet memurlarının belli bir kıyâfeti vardır. Bu tespiti doğru olarak kabul etsek bile, göz ardı edilmemesi gereken bir diğer doğru daha vardır ki, o da, dünyadaki dînî eğitim yapan bütün okulların öğrencilerinin ve İlâhiyat mensuplarının belli bir kıyâfeti olduğu gerçeğidir. Her konu da Avrupa’yı örnek alanlar neden bu konuda çifte standart uyguluyorlar? Neden râhibelerin kıyâfetini görmezden geliyorlar? Ayrıca bu öğrencilerin devlet memuru olmadığını, “kamusal alanda hizmet vermeyip, hizmet aldığını” neden ve hangi gerekçeyle unutuyorlar?  

             

Evet bütün bunlara rağmen, bâzı güçlerin emirleri istikâmetinde hareket edenler; dînî eğitim yapan okullarda bile tesettürlü kızlara; “Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin!”  demektedirler...  Yeri geldiğinde fikir hürriyeti şampiyonu kesilenler, insan hakları hâmisi olduğunu iddia edenler, demokrat olduğunu savunanlar, hukukun üstünlüğünden dem vuranlar, “aydın” geçinenler, feministler, hümanistler nerelerdesiniz? Neden sesiniz çıkmıyor, ahraz mı oldunuz, lâl mi kesildiniz, yoksa diliniz boğazınıza mı aktı / akıtıldı?

 Ya siz, inancına zulmedilirken susanlar… “Virânelerin yasçısı”[1]  olanlar…  “Hakkı söylemeyen ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlar…”[2] İslâm’ın câmiye hapsedilmesine, Kur’ân’ın “mezarlık kitabı” yapılmasına tepki göstermeyen insanlar… İnanç sancağı olan başörtüsüne sâhip çıkmayan, çık/a/amayan Müslümanlar… Mücâdeleye tâlip olmayanlar, yüzünde çile çizgisi bulunmayanlar… Başörtüsü meselesini, oy simsarlığı adına ya da “tehlikeli lâf-ı güzaflarla” “Bir ateş topu” hâline getirip, çözümsüzlüğün girdabına sokulmasına vesîle olanlar... İslâm ticâretini kimseye bırakmayıp, “ehl-i cihâd” geçinen “ricat erbâbı” yiğitler(!)… “Başörtüsü yasağı sokakta çözülemez, bunun çözüm yeri Meclis’tir!” diyerek mâkul bir mantıkla bu meseleye yaklaşıp,   “demokrasiye balans ayarı veren” zinde güçlerin etkisinde kalıp “üç maymun”u oynamak için başkentteki “değişim ve dönüşümden” hissedâr olanlar…   Nerelerdesiniz? Neden sesiniz çıkmıyor? Niçin “sağır ve dilsiz” rolünü üstleniyorsunuz?

Evet ya siz Diyânet’in başındakiler… Savunmakla mükellef olduğu “İslâmî değerleri” hakkıyla müdafaa edemeyenler… Ağaç kesme, çevre temizliğine uyma, komşu haklarına riâyet, organ nakline cevaz verme vs. gibi “tehlikesiz” konulardaki İslâm’ın emir ve hükümlerini yüksek sesle îrat edenler… Başörtülü öğrencilerin önleri -Kur’ân’ın emirlerini uygulamak ve inançlarını yerine getirmek istedikleri için- kesilirken; bu konu hakkında konuşmak, İslâm Dîni’nin bu konudaki hükmünü açıklamak, fetvâ vermek sizin göreviniz değil mi?  Acabâ bu konuda sizin hiçbir fikriniz ve düşünceniz yok mu? Yoksa Diyânet’in görevi sadece kutsal gecelerde Mevlid oku/t/maktan mı ibâret? Başörtüsü zulmünü duymadınız mı? Niçin “sağır ve dilsiz” rolünü üstleniyorsunuz? Neden sesiniz soluğunuz çıkmıyor?


[1] Ehmet Âkif Ersoy, Safahat, Safahat Dışında Kalmış Eserler, Kıt’a, 585
[2] İbn Kayyim,  el-Cevabu'l-vafî, 136

DEVAMI YARIN