Peygamber Efendimiz (s.a.v.); Hâne-i Saâdetleri’nde, torunları Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’le (r.a.) birlikte oyunlar oynardı… Bir gün yine Efendimiz, Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’i (r.a.) sırtına bindirmiş, onlarla ata binme oyunu oynuyordu… Bu sırada Hâne-i Saâdet’ten içeri Hz. Ömer (r.a.) girdi… Peygamber âşığı Hz. Ömer (r.a.) çocuklara; “Ne güzel bineğiniz var.” dedi… Allah Resûlü (s.a.v.) de; “Onlar da ne güzel süvâriler!” diye buyurdu.
Allah Resûlü (s.a.v.) kendi çocuklarına ve torunlarına nasıl şefkatli ve merhametli davranırsa; üvey evlâtlarına, kendisine hizmet eden kişilere, kölelere ve himâye ettiği çocuklara da aynı şekilde sevecen ve müşfik davranırdı… Efendimiz, onları incitecek en ufak bir söz ve harekette bulunmamış, onlara öyle sıcak bir muhabbet göstermiştir ki, bu kişiler de gördüğü bu içten sevgi sebebiyle Hz. Zeyd b. Harise (r.a.) gibi “Benim anam da O, babam da O” diyerek Allah Resûlü’nün (s.a.v.) yanından hiç ayrılmak istememişler, ayrılmamışlar ve O’nu her şeyden çok sevmişlerdi…
Bütün bunlar Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) çocuklara ve koruması altında bulunan kişilere nasıl davrandığını; bizlerin de nasıl davranması gerektiğini öğreten çok güzel misâller, örnek almamız gereken eğitim ve öğretim metotlarıdır… Zâten O “Gül”; bu dünyada insanlık için “üsve-i hasene” ve hidâyet rehberi, âhirette de ümmetinin şefâat kapısı ve kurtuluş umûdudur…
İlâhî Beyân da dünya ve ukbâ saâdetine ancak O “Gül”ün peşinden gidenlerin ve Muhammedî muhabbetten hissedâr olanların kavuşacağı müjdelenmiştir... Bizler âhiret saâdetine O “Gül”le ulaşacağımızı bildiğimiz gibi, âile mutluluğuna da O’nun yolundan giderek erişebileceğimizin idrâkindeyiz… Âile hayatımızdaki disiplini, O “Gül”ün hayat disipliniyle tanzim edersek, mutlulukların en güzeli olan ebedî saâdet iklimine vâsıl olacağımızı müdrikiz…
Mekke’de hayat bulan ve Medîne’de hayatın merkezi olan bir anlayışı âile hayatımıza âmir kıldığımız takdirde gönlümüz şen, hânemiz gülşen olacaktır… O “Gül”ün getirdiği ölçüler Ashâb-ı Kirâm için ne ifâde ediyorsa, bizim için de aynı şeyleri ifâde etmeye ve hayatımızı düzenlemeye başladığı an, hânemiz bir gül bahçesine dönüşecektir…
Allah Resûlü’nü (s.a.v.) her konuda olduğu gibi, âile hayatımızda da rehber edinirsek; hânemizi nur, gönlümüzü de tatlı bir huzur kapladığı gibi, yaşadığımız her türlü olumsuzluk da mutluluğa dönüşür… O “Gül”ü; hayatımızın, hânemizin ve her işimizin merkezine koyduğumuz zaman; yaşantımız da, yuvamız da, yaptıklarımız da gül gibi olur… Netîce olarak şunu ifâde etmemiz gerekir ki, âhiret mutluluğumuz gibi, âile saâdetimiz de “Gül”e tâbî olmamıza bağlıdır. Ve iki cihan saâdeti, İki Cihan Serveri’nin yolundan gitmekle elde edilir…
Hatm-i kelâmı;
“Derd-i isyâna ey tabîb-i kulûb,
Dünyada vâr ise devâ Sensin…
Benim iki cihanda maksûdum,
Evvel Allah, saniyâ Sensin…”

(Ey Kalplerin Tabibi, isyan derdine;
Dünyada devâ var ise, o da Sensin…
Benim iki cihanda istediğim şey;
Önce Allah (c.c) ve sonra Sensin.)

“İltifâtından uzak düşmesi eyvâh, eyvâh!
İki dünyada yeter gâfile hüsrân olarak…”

(Eyvâh, Eyvah; Hz. Peygamber’in iltifâtından uzak düşmesi;
Gâfil insana elbette hüsrân olarak yeter.)
“Sensin ölüme hisar;
Bâkîsi hep inkisâr…
Sar bizi, çepçevre sar,
Rahmet rüzgârı etek!..”
“Sana ma’tûf olur, her kalb-i sâdık dâimâ çünki,
Gelir zikrinle efkâra selâmet Yâ Resûlullah!..”
(Her sâdıkın kalbi mutlaka Sana meyleder, çünkü;
Senin adın anıldığında efkâr ortadan kalkar Yâ Resûlullah!)
Benim iki cihân içre murâdım ol Hüdâ’dandır
Ümîdim rûz-i mahşerde Muhammed Mustafâ’dandır.”
(Benim, dünyada ve âhirette arzum, isteğim Cenâb-ı Allah’tandır,
Mahşer günündeki şefâat ümidim ise Hazreti Resûlullah’tandır)
diyen şâirlerin diliyle yapıyor ve bu Gülnâme’yi de bir duâ ile bitiriyoruz:
Ümmet-i Muhammed’i Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şefâatine mazhâr eyle ve bizleri her iki cihanda mağdur etme, mahzûn etme, mahcûp etme, mahkûm etme Yâ Rabbî!..