İnsanı sayısız mahlukat içerisinde mükemmel bir şekilde yaratan Allah teala, ona irade ve hürriyet bahşetmiş, buna istinaden O’nu, dünyada ortaya koyduğu tercihlerinden de sorumlu kılmıştır. Ayrıca ahiret hayatı olarak tanımladığı ebedi alemde gidilecek yerin belirleyicisi olan dünya sınavının da, nelerden olacağını haber vermiştir. Bu çerçeve de mal ve evlat (tegabun,15) temel sınav alanları olarak ilan edilmiştir. İlk insandan beri bu ikisi, üzerinde en çok mücadele edilen ve en çok peşinde koşulan nimetlerden olagelmiştir. Ayet-i kerimede malın ilk sırada zikredilmiş olması, az ya da çok herkese verilmiş bir nimet olması sebebiyledir. Kur’anı Kerim mal ve evlatla sınava tabi tutulmuş geçmiş kavim ve peygamber kıssalarından bir çok örnekler de vermiştir.
Evlatla imtihan, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.)’ın iki oğlu arasında yaşananlarla başlamış, Hz. Nuh (a.s.)’ın evladı ile, Hz. Yakup (a.s.) ile çocukları arasında yaşananlarla bu sınavının faklı yönlerine dikkat çekilerek muhatablar dikkatli davranmaya davet edilmiştir. Bu bağlamda daha zor olan evlat imtihanı genellikle insanlığa örnek olarak takdim edilen peygamber çocukları üzerinden verilerek bu sınavın nasıl başarılacağının yolu da gösterilmiştir. Ayrıca herkese verilmeyen bu nimete sahip olmanın da, olmamanın da ayrı birer imtihan olduğu vurgulanmıştır.
Kur’an malla sınavı, sahip olma bakımından az ya da çok herkesi kapsaması nedeniyle, ismi zikredilmeyen kişiler üzerinden örneklemiş ve tüm insanlığın dikkati çekilmiştir. Ve bu sınava dönükte can alıcı örnekler vermiştir. Bu örneklerden birisi, Kehf suresinde yeralan iki kişi üzerinden şöyle anlatılır: “Onlara şu iki adamı misal olarak göster: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiştik. Etrafını hurma ağaçlarıyla donatmıştık. Aralarına da ekinlik yapmıştık. Her iki bahçe de ürünlerini bol bol vermiş, hiçbir şeyi de eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık. Her ikisinin ayrıca başka malları da vardı. Onlardan birisi arkadaşıyla konuşurken böbürlenerek: "ben malca senden zengin, soy sop bakımından da daha güçlü ve üstünüm " dedi. Kendisine böylece yazık ederek bahçesine girdi ve şöyle mırıldandı: "Bu bahçenin yok olacağını hiç zannetmem. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet kıyamet kopup Rabbime döndürülürsem, şüphe yok, ki orada bundan daha iyisini bulurum"dedi. Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: "Atan Adem’i topraktan, sonra da seni nutfeden yaratıp, seni insan kılığına koyanı mı inkar ediyorsun? İşte o benim Rabbim olan Allah'tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam. Sen bahçene girdiğin zaman, her ne kadar beni kendinden mal ve nüfus bakımından daha az buluyorsan da: "Maşaallah! Kuvvet ancak Allah'a mahsustur! Demen gerekmez miydi? Rabbim, senin bahçenden daha iyisini bana verebilir ve seninkinin üzerine gökten bir felaket gönderir de bahçen yerle bir olabilir. Yahut suyunu yerin dibine çeker bir daha da bulamazsın" dedi. Nitekim, ürünleri yok edildi; bağın alt üst olmuş çardakları karşısında, sarf ettiği emeğe içi yanarak ellerini oğuşturup "keşke rabbime kimseyi ortak koşmasaydım" diyordu. Onun Allah'tan başka yardım edicileri olmadı. O kendi kendini de kurtaramadı. İşte burada kudret ve hakimiyet, varlığı gerçek olan Allah'ındır. Mükafatlandırma bakımından hayırlı olan da, sonuçlandırma yönünden hayırlı olan da O’nun verdiğidir.” (Kehf,32-44)
Burada insanların günlük hayatlarının akışı içerisinde yaşamaları muhtemel bir olay, akıcı bir üslupla anlatılmıştır. Öncelikle iyi ve kötü davranışların mukayesesi yapılmış ve kötü hareketin acı sonucu ortaya konmuştur. Muhatabın dikkatine sunulan ahlaki prensipler ise şu şekildedir: Servet ile böbürlenmenin sonuçları, Başkalarını küçük görmemek, Her işi ve sözü Yüce yaratıcıyı hesaba katarak yapmak. Allah’ı inkar etmemek.
Bir diğer örnek ise Kalem suresinde: “ Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: "öncekilerin masalları" der. Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz. Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi dereceklerine dair bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi. Ama onlar daha uykudayken Rabb’inin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de bahçe kapkara kesilmişti. Sabah erken: "ürünlerinizi dereceksiniz erken çıkın" diye birbirlerine seslendiler. "bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza sokulmasın" diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı. Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler. Bahçeyi gördüklerinde: "her halde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz yoksun bırakıldık" dediler. Allah’ı hesaba katıp orta yolu tutanları olanlara: "ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi? Dememiş miydim?" Dedi. "Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik" dediler. Birbirlerini yermeye başladılar. Sonra şöyle dediler: "yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik." "belki rRbbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz." (Kalem, 15-32) Burada ise, yardımlaşmayı önemsemeyen bahçe sahipleri üzerinden genel bir uyarı yapılmıştır. Az ya da çok sahip olunan şeylerin paylaşılmasına, Yüce yaratıcının her şeyi veren ve alan olduğuna dikkat çekilmiştir.