*Sanatkâr, toplumda uzun uğraş ve çabalardan sonra alnında ışığı birinci hisseden insandır.”ATATÜRK
Tiyatromuzun mimarı Muhsin Ertuğrul ustamızın dediği gibi,“fırın açmayan ülkede insanlar aç kalır, ölür ama tiyatro açmayan bir ülkede insanlar ruhen aç kalır, birbirini öldürür.”
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 1948 yılında kuruldu. Bu enstitü 1961 yılında aldığı bir kararla 27 Mart gününü Dünya Tiyatrolar Günü olarak kabul etti. Her yıl enstitüye üye ülkelerde 27 Mart günü Tiyatro Bayramı olarak kutlanır. Tiyatro bir okuldur,herkes orada okur,kişiliğini bulur ve yaşama bakış ufku açılır, genişler ve yükselir.
Tarih boyunca insanlığın ortak sesi olan tiyatro, bütün yönleriyle görkemli bir anıt ve meşale gibi hep ayakta kalmıştır.Tiyatro, sanat ve eğitim alanında bir okuldur, yediden yetmişe herkes orada okur.
Tiyatro, gönülleri, akılları, ruhları ve bedenleri yıkar, arıtır, durular, kurular ve insanları hayata bağlar. Hayattan alır hayata verir , insandan alır insana ve toplumdan alır topluma verir.
Tiyatrodaki söz yağmuru gönülleri, akılları, ruhları ve bedenleri yıkar, arıtır, durular, kurular ve insanları hayata bağlar. Hayattan alır hayata verir, insandan alır insana verir, toplumdan alır topluma verir. Halkın gözü, kulağı, sesi, nefesi, heyecanı ve umut kaynağıdır tiyatrolar.
Her yıl tiyatro ve tiyatroyla ortak çalışan diğer sanat disiplinlerinden gelen üstün başarılı bir sanatçı bu gün için bir konuşma yapmaya davet edilmektedir. Uluslararası Bildirge olarak görülen bu konuşmanın metni 20’den fazla dile çevrilmekte, yayınlanmakta ve dünya üzerindeki pek çok tiyatro grubunun oyunundan önce okunmaktadır.
Türkiye Ulusal Tiyatro Bildirisi ilk defa 1978 yılında Türk Tiyatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğrul tarafından yazıldı.:
“Derler ki, tiyatro üçüz doğmuş bir sanat koludur: Yazar, oyuncu ve seyirci. Bunlar birbirinden ayrılırsa ortada tiyatro kalmaz. Oysa ben diyorum ki, günün en önemli sorunlarını kağıda aktaran yazar da, onları sahnede dile getiren sanatçı da sizin aranızdan çıkmıştır. Onun için biz bir bütünüz. Teker teker düşüncelerimiz ayrı olabilir, ama dertlerimiz birdir.Bugün Dünya Tiyatro Günü’dür, şu dakikada yüzlerce sahnede her ulusun kendi dramı oynanıyor…”
Dünyadaki insanlar için sahne sanatlarının insanları bir araya getirici gücünü kutlamak, seyirciyle daha iyi bir iletişim kurmak ve insanlar arasındaki anlayış ve barışı arttırmak için bir fırsat olarak görülmektedir. Dünya Tiyatro Günü’nde yapılan etkinlikler, ulusa ,uluslararası ve bölgesel tiyatro gruplarının bir araya gelmesinde de rol oynamaktadır.
Tiyatro yaşamın bir parçasıdır. Konusu bakımından harekete, konuşmaya, müziğe yer verilir. Bu nedenle tiyatro güzel sanatların etkili ve ilgi çekici kollarından biridir.Tiyatroda oynayanla izleyen arasında yakın, sıcak bir iletişim vardır.
İlk çağlarda oyunun yazılı metni yoktu. Yeteneklerine güvenen oyuncular ortaya çıkıp bir çeşit tuluat yaparlardı. Tuluat; oyuncuların o anda düzenledikleri hareketleri, tasarladıkları sözleri söylemeleridir. Tuluat, sahnesiz ve metinsiz bir tiyatro oyunudur. Buna oyun çıkarma denir.
Geleneksel Türk Tiyatrosu'nun simgesi tarihi kavuğu, geleneği en güçlü bir şekilde sürdüren usta oyuncular İsmail Dümbüllü, Münir Özkul , Ferhan Şensoy ve diğer ustalar ile aramızdan ayrılan tiyatro sanatçılarımız unutulmaz.
Yazılı tiyatro yapıtları çok sonra ortaya çıktı. Bir süre tiyatro sözsüz oynandı. Oyuncular olayları, el, kol, gövde, bacak ya da yüz hareketleriyle anlatırlardı. Bu sözsüz tiyatroya pandomima denir.
Bizde tiyatro olgusu; çok eskilere dayanan orta oyunu ile onun gölge oyunu biçiminden başlar. Gölge oyunu arkadan ışıklandırılan beyaz bir perde üzerine belli tipteki kuklaların hareket ettirilmesi ve konuşturulması ile yansıyan Karagöz oyunlarıdır.
Bugün köylerimizde, çok eski geleneklerden kalma bir alışkanlıkla tiyatroya çok benzeyen eğlenceler düzenlenmektedir
“Dünya Tiyatro Günü”… Bugün, sahnede olma günü…Umut ve güvenle hayata bağlanma günü.
Sanatçılar heyecanla, tutkuyla, özveriyle, özgün olarak sahnelere kan verirler ve sahnelerde can verirler. Sahneler hayat, hayatlar sahne olur ses verir ve ders verirler sahnede doğan ve ölen , sahnede hem öğretmen, hem öğretici görevi yapan sanatçılar . Halkla bütünleşirler.Korunmalı, geliştirilmeli ve desteklenmelidirler.
Sümerler’in kralı Gudea’yi, Uygarlık anıtlarıyla dolu antik Babil’in adalet dağıtan yöneticilerini, Olimpos tanrılarının mahkemelerini, Aristophanes’in “Eşek Arıları” oyununu, Sokrates’in baldıran zehrini içerkenki sahnesini, Hz.Ömer’in adaletini, ünlü sosyal bilimci TomasMore’nin yargılanışını, geleceğin dâhisi Galileo Galile’nin yargılanışını, Frs. Kraliçesi Marie Antoinette’ninyargılınaşını, Midhat Paşa’nın yargılanışını, Nazilerin Nürnberg davasını, Russel -Uluslararası Savaş Suçluları Mahkeme duruşmalarını ve daha nice sosyal, siyasal, kültürel, tarihi konuyu tiyatrolar olmasaydı sahnelerde göremeyecek ve unutacaktı insanlık.
Tiyatrolar insanlığın ve tarihin belleği ve hafızasıdır. Bu hafızayı yitirenler yanlış dalgalara kapılır ve esen rüzgârlarda savrulup giderler. Sahne hayattır.İnsana ruh, heyecan, umut, güven, heyecan ve mutluluk veriri.Sosyal ve kültürel yaşama insanı bağlar,geliştirir…
Tiyatro, dinlemeyi, düşünmeyi, davranışlarda saygılı olmayı, öfkeye esir olmamayı, sevgi ve hoşgörünün insanı mutlu edeceğini, görmeyi, bakmayı, söz sanatının yüceliğini, onur ve erdemin insanlar için değişmez gerçekler olduğunu ve daha nice insani değeri öğretir, yerleştirir, geliştirir. Haksızlığı eleştirir, adaleti yüceltir. Sosyal ve kültürel yaşama umut, heyecan ve verim katar. İnsanların bakış açılarını geliştirir. Destanları, ağıtları, şarkıları, türküleri, masalları ve halk hikâyelerini yaşatır. Davranış güzelliğine, çevre bilincine, dünyaya ve doğaya bakış açısına açılar katar.Tiyatro hayatı yeni yorumlarla sahneye taşır.
Uygarlıkların temelinde tiyatro ana kaynak olmuştur. Bunların kanıtı asırlar ötesinden gelen ve hâlâ ayakta duran antik tiyatrolardır. Tiyatronun ana vatanı sayılan Anadolu’nun dört köşesinde gördüğümüz binlerce kişilik ASPENDOS,MİLET, EFES VE PRİENE ANTİK TİYATROLARI akustik konumu ve sahneyle seyirci arasındaki yakınlığı sağlayan görsel yapısıyla dünyaya tiyatro selamı vermektedir. Bunlar korunması gereken geçmişten gelen ve tarihe ışık tutan uygarlık simgeleridir.
Tiyatrolar, insanlığın ve tarihin belleği ve hafızasıdır. Bu hafıza toplumu besler ve geliştirir. Yaşasın hayat ve yaşasın insanlığı geçmişten geleceğe bilgiden bilince ulaştıran çağdaşlığın simgesi tiyatrolar.