Çocukluğumun İstanbul Lokantası... Mehmet Keven, aile dostu, baba dostu... Rahmetli babam tandır yemeye götürürdü beni. Mehmet amcam tandırın başında, Yılmaz abım kasada, Ali amcam siparişleri alırdı. İstanbul lokantasının o zaman ki yeri, Oğuz Güçlü’nün dükkanının iki üç dükkan ilerisiydi. Hani her memleketin tarihi bir lokantası olur ya, İstanbul Lokantası da öyleydi. Tandırı, köftesi, ekmek kadayıfı muhteşemdi. Kasanın olduğu yerde arkada bir pano vardı; ebediyete intikal etmiş Yozgatlıların, tanındık bilindik Yozgatlıların fotoğrafları vardı. Annemin fotoğrafı da baştaydı. Her gittiğimde Yılmaz abim gösterirdi, "Bak Leyla teyzem en başta" diye. Ali Keven gelirdi, "Bak burada bir bıdık var" derdi bana. Aile lokantasıydı, kalite kokardı. O masalarda yapılan sohbetler, şakalaşmalar o kadar güzeldi ki; karşı masadan karşı masaya o sohbetler... Mehmet amcam bıçaklarını bilerken katılırdı sohbete. İyi ki o masalarda büyümüşüm. İyi ki çocukluğum orada geçmiş. Solcu olduklarını herkes bilirdi ama İstanbul Lokantası herkese açıktı, sağcısı da gelirdi. Öğleden sonra kalmazdı tandır. Şef garson Ali amcamın lakabı Şef Aliydi. Her seferinde, "Soğanlarını yememişsin" derdi bana. Utanarak, "Soğan sevmiyorum" derdim. Gülerek, "Bi dahakine soğan koydurmayım" derdi. Daha sonra lokantayı yukarıya taşıdılar. Mehmet amcam bir süre sonra kebap işini Yılmaz abime bıraktı. Daha sonra sağlık sorunları sebebiyle gidemedi. Yılmaz abim babası gibi mükemmel bir usta olmuştu. Yeni yerlerine çok gidemedim, yolda Yılmaz abimi görünce, "Geleceğim, arayı çok açtım" dedim. Gülerek, "Başım gözüm üstüne" dedi. Yılmaz abim vefat ettiğinde, "Bir süre geçemem lokantanın önünden" dedim ama geçen günlerde kendimi o sokakta, tam da lokantanın önünde buldum. Kafamı çevirmek istemedim, hızlıca uzaklaşmak istedim ama yapamadım. Kafamı çevirdiğimde inşaat halinde boş bir dükkan gördüm. Yılmaz abimin mavi önlüğüyle et doğrarken beni görünce, el sallayıp çay ısmarlayım diye gülerek beni davet etmesi geldi gözümün önüne. Mehmet amcamın mavi önlüğüyle kocaman etleri tandırdan çıkarışını, doğrayışını, domatesleri hızlı hızlı doğrarken bıçağın tak tak sesi geldi gözümün önüne. Bazen camın önüne oturur dalardı Mehmet amcam. Babam cama vurarak, "Yine nerelere gittin" derdi, gülerlerdi beraber. İçerideki inşaat sesiyle geldim kendime. Hiç yaşanmamış gibi... Şimdi boğazım düğüm. Ne yaşanmışlıklar, ne anılar var orada. Çocukluğum, gençliğim var orada. Anılarım var. Sevdiğim baba dostları var orada.

Bir devir bitti mi yani? Silindi mi anılar, hatıralar? Çocukluğumun İstanbul Lokantası artık yok mu? O huzur, o kalite, o neşe, o dertleşmeler, o kahkahalar, o lezzet bitti mi? Bir sayfa daha mı kapandı? Çok üzgünüm. Yılmaz abime, Ali amcama rahmet; Mehmet amcama hayırlı ömür diliyorum. Çanakkale Zaferi'nin 119. yılında, başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyorum.