Allah (c.c) teala kılınan namazların her rakatında bizlere kensinden istikamet talebinde bulunmamızı ister. (Fatiha, 6) İstikamet üzere olanlar da ayet-i kerime de mealen şöyle müjdelenir: “Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra da dosdoğru olanlara gelince, onların üzerine melekler iner ve şöyle seslenirler; korkmayın ve üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle müjdelendiğiniz için sevinin." (Fussilet, 30)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile ashaptan Sakif kabilesine mensup Süfyan (r.a.) arasında şöyle bir konuşma geçer. Hz. Süfyan:

-“Ey Allah'ın Rasûlü! İslâmiyet hakkında bana öyle bir öğüt ver ki, artık sizden sonra, başka kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ona şu cevabı verdi:

- Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol." (Müslim, İman, 13)

İman, bütün varlıklar içerisinde yalnızca insan ve cinlerden istenen bir ameldir. Aynı zamanda iman, insanın en değerli amelidir. Zira iman ikrarıyla kişi, yaratıcısını tanıma şerefini elde ettiği gibi başıboş ve amaçsız bir varlık olmadığının da farkına varır. Bu sebeple, böyle bir eylemin doğruluk ve istikamet zemininde başlayıp yine aynı zeminde sürdürülmesi çok önemlidir. Yukarıda mealini verdiğimiz ayet-i kerime, iman ikrarını bu ölçüde yapıp sürdürenlerin, ahiret hayatında karşılaşacağı mükâfatı müjdeler. Peygamber Efendimiz ise, Müslüman olmanın her iş ve eylemde doğru olmak anlamına geldiğini vurgulamıştır.

İman ve buna bağlı olarak Müslümanlığımız, işlediğimiz ameller başta iolmak üzere, diğer varlıklarla kurduğumuz ilişkiler üzerinden, sürekli olarak doğruluk ve sadakat testine tabi tutulur. Bu nedenle davranışlarımızdaki tutarlılık ve sözlerimizdeki doğruluk, imanımızdaki samimiyetin de en açık göstergeleridir.

Bu hususta, ilk ve en ağır sınavı hiç şüphesiz ki Peygamber efendimiz vermiştir. Şu örnek bizim için çok dikkat çekicidir. Hazreti Peygamberin İslam’a davet mektubunu alan Bizans kralı Herakl, onun davetindeki doğruluk ve samimiyetini ölçmek ister. Adamlarına efendimizin akrabası olan ve onu en iyi tanıyan birisini, huzuruna getirilmeleri talimatını verir. O sıralar ticaret için Şam’da bulunan ve henüz Müslüman olmamış azılı düşman Ebu Süfyan huzura getirilir. İmparator ilk olarak şu soruyu sorar. “Peygamberlik iddiasında bulunan bu zâtın bundan önce hiç yalan söylediğine şahit oldunuz mu? Peygamberimizi çocukluğundan beri çok iyi tanıyan Ebu Süfyan. “ Hayır! Onun daha önce hiçbir yalanına şahit olmadık” cevabını verir. Bu cevabı alan Herakl şu tarihi tespiti yapar. “Hayatı boyunca insanları hiç aldatmamış birisi, Allah’ın peygamberi olma iddiasıyla aldatma yapmaz.”(Buhârî, Bed'ül Vahy, 1 )

Doğruluk. İnsanlık binasının en sağlam direğidir. O direk sağlam oldukça bina güvenli, aşındığı oranda da güvensizdir. Zaten Müslüman olmamızda bizim işimizde, sözümüzde, özümüzde kısacası bütün beşeri münasebetlerimizde doğru olmak anlamına geldiği gibi, yalan ve yalanla iş yapmakta şeytanın izini takip anlamına gelmektedir. Şeytan ise bizim en büyük düşmanımızdır. Rabbimiz ondan uzak durmamızı ve onun hilelerine karşı kendisine sığınmamızı emreder. “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok ki, lütfu bol olan sensin.” (Al-i İmran,8)