İnsan akıl ve zekâsıyla düşünüp muhakeme yapan, kalbi ve gönlüyle sevip duygulanan, organlarıyla üretip imar eden ve bütün bunların sonuçlarına göre de ya kazanan ya da kaybeden bir varlıktır. Bir çok yönüyle diğer canlılara benzeyen insan; akıl, kalb ve gönlüyle diğer varlıklardan ayrılır. Zira insan bunlarla sever, tanışır, kaynaşır ve insanca yaşam sürer. Esas olan da diğer organlarla akıl ve gönlün uyum içinde olmasıdır.
Akıl irâdenin merkezidir. Kalp ve gönülde ise, irâde yoktur. Kalbi bir noktaya teksif etmek ve orada sâbit tutabilmek için öncelikle iyi bir gönül eğitimine ihtiyaç duyulur. Çünkü insanların organlarıyla işledikleri ameller, elleriyle kazandıkları sevap ve günahlar kalbi doğrudan etkilemektedir. Nitekim Kur’an’ı Kerimde : “Hayır hayır, bilakis onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir.” (83/14)buyrulur. Âyette geçen “reyn” kelimesi bir şeyin pas tutup pasın, o şeyin her tarafını kaplaması anlamına gelir. Bu mânâya göre kalpler, günahlara kazandıkları alışkanlık ve bağışıklık sebebiyle pas tutmuş aynalar gibi körelmiş, kararmış ve artık duymaz, hissetmez ve göstermez hale gelmiştir. Nitekim şu hadis-i şerif bu durumu izâh eder: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer kul tevbe edip bu günahtan vazgeçerse kalbi yine parlar. Ancak döner tekrar günah işlerse o lekeler artar, nihâyet kalbi ele geçirir ve böylece kalp kararıp katılaşır.” (Tirmizi, Tefsir, 4-6) Kalpteki imân ile, organların amelleri arasında güçlü bir bağ vardır. Çünkü îman, itâat ve ibadetle güçlenir, günah ve isyana düşmekle zayıflar. Kalbi altüst eden şeylerin başında ise, insanın ahdine bağlı kalmaması, yüklendiği emaneti unutması gelir. Çünkü ahdine bağlı kalan, emanete sahip çıkıp bu konuda irâde ortaya koyan insan, kalbini sağlam bir yere bağlayan ve aklına mukayyed olan insandır. Nitekim Kur’an’ı Kerimde Allah Teâlâ hazretleri ahidlerini bozan İsrâiloğullarının şu cezâlara duçar olduklarını haber vermiştir:
1- Kalplerinin kararıp katılaşması,
2-Lânete uğramaları,
3-Söz ve kelimelerin yerini değiştirerek yaptıkları tahrifat,
4-Öğrendikleri ilmi unutmaları,
5-Genel mânâda bir hâinlik.
Bugün müslümanlar olarak bizim temel problemimiz de yüklendiğimiz emaneti unutmak ve ahdimizi yerine getirmemektir. Bu durum tıpkı ehli kitapta olduğu gibi çağımız Müslümanın da; kalplerin kararıp katılaşması, âlimlerin hükümleri çarpıtarak yorumlaması, seküler hayat anlayışı meşrulaştırılarak ehli dünya haline gelinmesi ve ahiretin unutulması şeklinde tezahür etmiştir. Oysaki kalbi diri tutmanın yolu onu kendi amelleriyle meşgul etmekten geçmektedir. Kalp amellerinin başında ise Allah’ı sevmek, O’na tevekkül etmek, O’na yönelmek, O’ndan sakınmak ve ümitvâr olmak, kulluğu sadece O’na has kılmak, Allah’ın dostlarını dost düşmanlarını düşman bilmek, O’na dönmeyi istemek ve O’nu çokça zikretmektir. Çünkü Kur’an’ı Kerimde kalbin de işlediklerinden sorumlu tutulacağı haber verilmiştir: “Kulak, göz ve kalp bunların hepsi ardınca gittikleri şeylerden sorumludurlar.” (17/36) Kalbin en güçlü eylemi ise sevgidir. Bu yüzden Allah Rasûlü imanın lezzet ve tadını sevgi şartına bağlayarak buyurmuştur ki: “Kendisinde şu üç haslet bulunan imanın gerçek tadına ulaşır: 1- Allah ve Rasûlü’nü her şeyden çok sevmek, 2-İnsanları yalnız Allah için sevmek, 3-Müslüman olduktan sonra küfre düşmekten, cehenneme atılmaktan korkar gibi korkmak.” (Buhârî, İmân, 8)
Gönlün göze, kulağa ve diğer organlara etkisine, onu kurtarmadan kurtuluşun gerçekleşmeyeceğine Gönüller Sultânı Mevlânâ şöyle işaret eder: Gözlerimiz, bakışlarımız gönüle uymuştur. Gönül isterse göz zehire bakar, yılana bakar; gönül isterse göz ibret alacağı, ders alacağı şeye bakar. Gönül isterse, göz görülecek şeylere, dünyaya, dünya nimetlerine bakar, gönül dilerse göz mânâya, örtülü şeylere, ilâhi şeylere bakar.