Hz. Ali (r.a.) insanoğlunun dünyadaki gafletinden hareketle ölümü, bir uyanma hali olarak izah ederek şu tespiti yapar: “İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar.” Üstad Necip Fazıl Kısakürek ise: “Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber,
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber.”
diyerek peygamber efendimizin de tıpkı diğer insanlar gibi vefat etmesinden hareketle ölümü güzel bir şey olarak tanımlar. Diğer taraftan Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerim dünyanın ölümlü bir yer olduğunu, alemdeki varoluş ve yok oluş dengesi üzerinden ilkbaharda yağan yağmurlarla toprağın kabarıp, kıpırdayarak rengârenk bin bir çeşit bitkiyle bezenmesi, hiç solmayacakmış gibi görünen bu göz alıcı canlıllık ve güzelliğin daha sonra, sararıp, solup, kuruması ve en sonunda çerçöp haline gelmesiyle örneklendirir. (Kehf,45;Yunus, 24) Nitekim bütün canlılığıyla çocukluk, tüm enerjisiyle gençlik akabinde gelen duraklama dönemi diyebileceğimiz olgunluk ve nihayet hayatın en düşkün dönemi ihtiyarlık... Hayatın bütün bu aşamalarını yaşama imkanı verilmiş insanların durumları da, Kur'an-ı Kerim'in bu tasvirine benzemektedir. Tüm insanlık elimizi ateşe soktuğumuz zaman yanacağına olan inancımızdan daha gerçek olarak biliyoruz ki, bir gün mutlaka hepimiz öleceğiz. Çünkü insanlığın yeryüzündeki hayat serüveninin başladığı günden bu güne, ölüm ve yok oluşu tatmayan hiçbir varlık olmamıştır. Ama insanlık tarihin bir diliminde ateşin insanı yakmadığına şahitlik etmişlerdir.(Enbiya, 69) Zira “Her nefis ölümü tadacaktır.”(Ankebut,57) fermanı ezelden verilmiş olup aksi görülmemiş ve görülmeyecek bir fermandır. Ne kadar uzun yaşamamız takdir edilmiş olursa olsun, bu dünya hayatında bize verilen süre sınırlıdır. Saatin saniye göstergesinin her vuruşu, bu süreden bir parça koparmaktadır. Atılan her bir adımla insanlar, ölüme doğru yol almaktadır. Aldığımız her nefes, almamız mukadder olan nefes sayısını eksiltmektedir. Takvimden her gün koparılan yapraklar göstermektedir ki geçen günleri artık geri getirmek mümkün değildir. İşte tam da bu noktada insanlığa en keskin hazırlanma çağrısını yine ölüm yapmaktadır. Şairin dediği gibi : “Fenây-ı âlemi takrir için cemaate, Cenaze va'za çıkar kürsî-i musallaya.” (Nâbi) Dünya hayatı insanoğlunun geldiği yere mutlaka dönüş yapacağı bir gurbettir. Gurbette yaşayan herkes bilir ki bir gün mutlaka asli vatanına dönecektir. Bu sebeple onun aklı fikri dönüp varacağı asli vatanındadır. Tedariki, birikimleri, gayretleri ve hareketleri ona göredir. Yolculuğu esnasında hep gideceği yeri göz önünde bulundurarak hareket eder. Oralara takılıp kaldığı takdirde, devam eden yolculuğu esnasında çok sıkıntı çekeceğinin bilincindedir. Bu yüzden hazırlığını ona göre yapar.
İşte böyle bir bilinç ve şuurla hareket etmeyi başaran bir Müslümanın, Ahiret yurdunu unutması ve dünya hayatını gelişi güzel yaşayıp heba etmesi düşünülemez. Aksine O, bu dünyada kendisine verilmiş en önemli sermaye olan zamanını, planlı programlı bir şekilde en iyi ve en doğru şeylerle geçirir. İbadetini, zamanı, yeri ve vaktini gözeterek en güzel şekilde ve hakkını vererek ifa eder. Eğitimini, zaman ve süresini gözeterek en güzel şekilde tamamlar. İşini, zamanında, en güzel şekilde, adalet ve hakkaniyeti gözeterek hesap verme bilinci içerisinde yapar. Dinlenme, eğlenme ve istirahat zaman ve sürelerine riayet ederek vaktini boşa harcamaz. Başkalarının haklarına asla tecavüz etmez, kul ve kamu hakkına riayet eder. Bir gün gerçek sahibine teslim edeceği başta bedeni olmak üzere tüm emanetleri yerli yerince koruyup kollama ve eksiksiz teslim etme gayreti içerisindedir. O, sözüyle ve özüyle dosdoğrudur. Geçici dünya menfati için ebedi hayatını heba etmez. O Rabb’i huzurunda hesap verme endişesi taşımayan selim bir kalp ile dönme çabasındadır. Kısacası O, hesaba çekilmeden önce nefsini hesaba çeker. Dahası O tüm yapıp ettiklerinin kaydedildiği “Amel kitabının bir gün eline verilip gelin, kitabımı okuyun! Ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum” (Hakka,19-20) diyeceğinin idraki içerisindedir. Aksinin ise; "...Eyvah! Bu nasıl bir kitap ki küçük büyük hiç bir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş...” (Kehf,49) “Keşke kitabım bana verilmeseydi. Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Keşke ölüm her şeye son vermiş olsaydı. Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım da yok olup gitti.” (Hakka, 25-29) şeklindeki bir pişmanlık ve nedamet olacağının farkındadır.
Önemli olan, bu sınırlı hayatın sonuyla sınırsız Ahiret hayatının başlangıcı olan çizginin idraki içerisinde, ebedi yolculuğa azıksız çıkmamaktır. Bu yolculuğa korku ve endişesiz çıkmanın yolu ise, Peygamber Efendimizin şu mübarek talimatına uymaktan geçmektedir: “Dünya zevklerine son vereni çokça hatırlayınız.(Tirmîzi, Zühd: 4)
Ali GÜLDEN/ Yozgat İl Müftüsü