Komünist militanların okullara her anlamda hükmettiği bir dönemde İzmir Ülkü Ocakları Başkanı olan Hüseyin Aras; o az sayıdaki ülkücüye; yaptığı konuşma ve faâliyetlerle müthiş bir güven duygusu, büyük bir azim ve târifsiz bir kararlılık aşılamıştı… İzmir’deki ülkücüler arasında Hüseyin Aras’ın başkanlık döneminin çok ayrı bir yeri vardı. O dönemi İzmir’de yaşayanlar çok iyi bilirler ki, üniversitedeki komünistlerin psikolojik üstünlüğü kırılmış, bütün fakültelerde form yapılmış, değişik strateji ve taktikler uygulanarak girilemeyen okul kalmamış ve bazı fakülteler düşürülmüştü. Zâten o dönemin ülkücüleri;
“İzmir’de Hüseyin Aras Başkanımız varken, biz her meselenin üstesinden geliriz!” düşüncesine sâhip olmuştu.
Çünkü Hüseyin Aras; liderliğiyle, teşkilatçılığıyla, olaylara hâkimiyetiyle ve uyguladığı taktik ve stratejilerle, İzmir’deki ülkücülere yepyeni bir heyecan ve müthiş bir mücâdele azmi kazandırmıştı.
O; sadece ahkâm kesmemiş, fiilî mücâdelelerde de en önde durmuş, fakülteden fakülteye koşmuş, en zor zamanlarda dâvâ arkadaşlarını hiç yalnız bırakmamış ve ülküdaşlarıyla hep omuz omuza olmuştu.
Çünkü Hüseyin Aras, “Başkan” sıfatının içini kâmil mânâda dolduran mümtaz bir alperendi.
Hüseyin Aras, kavrulmuş Anadolu toprağını andıran yağız çehresi, pala bıyığı, mangal gibi yüreği ve bükülmez bileğiyle, sanki akıncılar çağından günümüze gelmiş bir serhat beyiydi. O, “lider” olarak yaratılmış bir insandı. Onun; güven telkîn eden bir metâneti, akılla şekillenmiş bir cesâreti, inancını, azmini, kararlılığını ve ümîdini hiç kaybetmeyen bir şahsiyeti; her hâl ve hareketinde dînî, millî ve ahlâkî hasletlerini tebellür ettiren bir ciddiyeti vardı.
Mertlik, yiğitlik ve şehâmet; sadâkat, tevekkül ve teslîmiyet; vefâ, dostluk ve muhabbet, fedâkârlık, dîger-kâmlık ve fazîlet; sabır, sağduyu ve samîmiyet onun mümeyyiz vasıflarındandı.
Hüseyin Aras; çok okuyan, farklı bakan, orijinal değerlendirmeler yapan ve hükmedici bir tarzda konuşan bir hatipti… Öyle ki, bir konu üzerinde -karşısındakine ders veya seminer verircesine- üst perdeden fikir serdederdi. O; inandığı doğruları ne pahasına olursa olsun dile getirir ve savunduğu fikirlerin sonuna kadar arkasında dururdu.
O; Türk Milleti’nin varlık-yokluk mücâdelesinde gözünü daldan budaktan sakınmaz, sözünü hiç kimseden çekmez ve hiçbir şeyden çekinmezdi.
O; hiçbir olayda seyirci konumunda kalmayan, her zaman Yavuz Sultan Selim Han celâdetiyle, Köroğlu tavrıyla ve Bozkurt gibi kükremesiyle hep ön safta yer alan bir mücâdele adamıydı.
Devamı yarın...