O yıllar, istikbâllerin söndüğü, hayatın; kan, gözyaşı ve çileden âzâde kalamadığı ve “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” [ Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde 3 Kasım 1975 günü şehit edilen “Ülkücü Alpaslan Gümüş’e âit bir söz” Bu söz, şehidimizin Afyon Bolvadin’deki mezar taşına da hakkedilmiştir.] diyen ülkücülerin her gün kara toprağın bağrına düştüğü yıllardı. O yıllar; hayâlle gerçeğin, hayatla ölümün harman olduğu yıllardı.
O yıllar; aynı yağmurlarda ıslandığımız, aynı sevgiden beslendiğimiz, aynı ideâllere yaslandığımız, aynı karda kışta, soğukta şehit omuzladığımız; aynı ülküleri, endişeleri, ümitleri, acıları ve sevinçleri paylaştığımız; bir ocağı, bir evi, bir koğuşu, bir battaniyeyi, bir ekmeği bölüştüğümüz yıllardı.
“70’li yılların İzmir Ülkücüleri” hayatlarının belki en sıkıntılı günlerini bu şehirde geçirmiş olsalar da, en unutulmaz hâtıralarını ve en mutlu zamanlarını da İzmir’deki “Ocak”larda yaşamışlardı… Zâten “ülküdaşlığın” en kâvî olduğu 70’li yılları yaşayanlar için, ömürlerinin sâir zamanları da bu yılların şerh edilmesi hükmündeydi...
O yılları yâd ettiğimiz zaman, içimizi sızlatan bir hicrânın feryâdını duyarız kalbimizde... Fırtınalı yıllardan geriye kalan ve bedeli çok ağır ödenen bir hareketin geçmişini ve bugününü çok farklı duygular içinde anarız. Gönlümüzü şâd eden nice hâtırâlarla coşarken; baharlarına kan damlayan kardeşlerimizi yâd edince efkârlanır ve için için ağlarız.
Yüreğimizin en mutena köşelerine oturttuğumuz o yılların eskimeyen arkadaşlıklarını, bâzen âh ederek, bâzen târifsiz bir heyecan duyarak ve bâzen de gönlümüze çöken koyu bir hüznün gölgesinde hatırlarız.
Çünkü o yıllar; gönüldaşlarımızı andıkça heyecanlandığımız, toprağa verdiğimiz yiğitleri yâd ettikçe hicran ateşiyle yandığımız yıllardı.
O yıllar; çoraklaşan vatan toprağını kanlarıyla sulayan, şehâdet şerbetini İzmir’de içen ve ölümsüzlük denizine yelken açan;
Suat Kürşat’ı, Cengiz Şen’i, Mesut Yergin’i, Reşat Atalay’ı, Mustafa Gönül’ü, Kemal Fedai Coşkuner’i, Saffet Çelik’i, Nurettin Temiz’i, Turan İbrim’i, Selçuk Duracık’ı ve Halil Esendağ’ı derin bir “Âah” çekerek hatırladığımız ve Yunus Emre’nin;
“Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm;Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi…”[ Yunus Emre, Yunus Emre-Güldeste, 202]
dizelerini terleyen gözlerle terennüm ettiğimiz yıllardı. İşte bu fırtınalı yıllarda İzmir’deki ülkücüler arasında liderliği, kültürü, hitâbeti, cesâreti, samîmiyeti ve kararlılığıyla temâyüz eden kişilerden birisi de rahmetli “Hüseyin Aras”tı.
O yıllarda Ege Üniversitesi’ndeki ülkücülerin sayısı, “bir avuç” tâbiriyle ifâde edilecek kemiyetteydi… Devamı yarın...