70’li yılların başında “öğrenci hareketleri” diye isimlendirilen olaylar yeniden alevlenmeye yüz tutmuştu… Gençliği Marksist-Leninist fikirlerle ve ateist düşüncelerle iğfâl etmek ve Türkiye’yi bir Sovyet peyki hâline getirmek isteyenler, üniversitelerin özerkliğinden istifâde ederek fakülteleri birer “kurtarılmış bölge” yapmak için yoğun bir çaba sarf ediyordu. Bunu temin için Türkiye’nin bütün üniversitelerinde sol gruplar tarafından; haklı öğrenci talepleri dile getiriliyor, çeşitli eylemeler başlatılıyor, daha sonra ise gerçek niyetleri ortaya çıkıyor ve pek çok fakültede ideolojik amaçlı işgaller ve boykotlar sahneleniyordu.
Öğrenimlerine devam etmek isteyen ülkücü gençler ise, bir an önce istikbâllerini kazanmak için fakültelerdeki işgal ve boykotlara karşı çıkıyordu. Böyle olunca da komünist militanlar, kendi ideolojik emellerine tâbî olmayan herkese ve özellikle de eylemlerine muhalefet eden ülkücülere karşı hasmâne saldırılar başlatıyordu.
Ülkücüler de -şimdi artık birilerine “hikâye” gelen, fakat o zor günleri yaşayanların çok iyi bildiği- “fakültelerin birer kızıl karargâh olmasını önlemek” ve “öğrenimlerine devam edebilmek” için, bir anda kendilerini çetin bir mücâdelenin içinde buluyordu… 70’li yılların ortalarında, pembesinden kızılına her türlü sol ve bölücü örgütün müşterek olarak başlattığı çok yönlü saldırılar neticesi ülke tam bir anarşi ve kaos ortamına sürükleniyordu… Türkçemizin o muhteşem ifâdesiyle “delikanlı” çağındaki milliyetçi gençlik de; “din, vatan ve bayrak” aşkının coşkun ırmaklar gibi çağlayıp aktığı bir dönemde “Ülkücü Hareket”in saflarında mücâdele bayrağını yükseltiyordu.
O yıllar; çıkarsız dostlukların, karşılıksız sevgilerin, kutsî bir dâvâ için yapılan mücadelelerin, ferâgat ve fedâkârlıkların “hesâbî” değil “hasbî” olduğu, yâni en saf ve en temiz duygularla yaşandığı yıllardı. O yıllar; yiğitlik ve cesaretin, ahlâk ve fazîletin, kardeşlik ve samimiyetin, iç içe girdiği, en kalbî duyguların, en bâkî arkadaşlıkların ve en ulvî gönüldaşlıkların yaşandığı ve en soylu ideâlizmin yaşatıldığı yıllardı. O yıllar; “ülküdaşlığın” ana-babadan sudûr eden kardeşliğin bir önceki hâli, âhiret kardeşliğinin bir sonraki mertebesi sayıldığı ve “dâvâ arkadaşlığı”nın da “kardeşlik hukuku”ndan bir cüz olduğu yıllardı.
O yıllar; Anadolu’nun muhafazakâr çevrelerden ve köylerinden gelen fakir-fukara çocuklarının 1980 öncesinde tezgâhlanan kirli senaryoların tam ortasında kaldığı ve Soğuk Savaş Dönemi’nin hükümrân olduğu ve ülkemizin ateş çemberinden geçtiği yıllardı… Devamı yarın...