Kur’anî kavramlar olan “sıdk” doğruluk, doğru olmak anlamına gelirken, karşısında yer alan “kizb” ise yalan ve yalancılık demektir. Dilimizde kizb kelimesi “tekzip etmek” şeklinde geçer ve yalanlamak anlamında kullanılır. Yalan ve yalancılık, karşısındakini aldatmak maksadıyla söylenen ve gerçeğe uymayan söz ve bu sözü söylemektir. Aramızdaki ilişkiler doğru iş, doğru söz ve güven temeli üzerine oturduğu zaman, böyle bir ortamda yaşamaktan mutlu olur, huzur duyarız. Zira doğruluk ve doğru söz, bizleri birbirimize yaklaştırıp güveni tesis ederken, tersi olan aldatma ve yalan ise, aramızdaki güven, sevgi, saygı ve kardeşliği de yok eder. Böylece haklar zayi olur, takdiri mümkün olmayan mağduriyetler ortaya çıkar, hak ve adaletin yerini haksızlık ve adaletsizlik alır.
Kizb, değişik türevleriyle Kur’an’da üç yüzden fazla âyette geçmekte ve bu ayetlerden birisinde Allah Teâlâ (c.c.), “Yalan sözden sakınınız!” (Hac, 22/30) şeklinde uyarı yapar. Hadislerde de konuya geniş bir şekilde yer verildiğini görürüz. Rasûlullah (s.a.s.), bir gün çarşıda bir yiyecek satıcısına yanına gelir. Adam buğday satmaktadır. Elini satıcının torbasındaki yığına daldırıp çıkarır. Parmaklarına ıslaklık bulaşmıştır. Satıcıya: “Nedir bu?” diye sorar Adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, yağmur ıslattı.” Cevabını verir. Bunun üzerine Rasulüllah efendimiz, “Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? uyarısını yaptıktan sonra adama “kim bizi aldatırsa o bizden değildir.” (Müslim, “İman”, 164) buyurmuştur. Dinimiz yalan ve aldatmayı kötü huyların ve günahların en büyüklerinden kabul edip, şiddetle yasaklamıştır. Dahası bunları, nifak ve küfür ehlinin en temel özellikleri arasında saymış ve uzak durmamızı istemiştir. Bu gerçeğe işaretle Peygamber efendimiz de, başkalarını bilhassa din kardeşini aldatan kimse için “ bizden değil” uyarısını yapmış, aldatanın İslam toplumuyla olan bağının kopacağına dikkat çekmiştir. Yalancılığı hiçbir surette bir müslümana yakıştırmamıştır. Bu çerçeve de Rasülullah’ın ashabından Safvân İbnu Süleym (r.a) ‘la aralarında geçen bir konuşmayı Saffan bizlere şöyle aktarır:
-"Ey Allah'ın Resûlü! dedik, mü'min korkak olur mu?" dedik.
-"Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine:
-"Evet!" buyurdular. Biz tekrar: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer:
-"Hayır!" cevabını verdi."Muvatta, Kelâm 19, (2, 990).
Allah Resûlü (s.a.s.), etraftaki hükümdarlara İslâm’a davet mektupları gönderiyordu. Bu mektuplardan birini de Roma imparatoru Hirakl’e (Hireklius) göndermişti. Hirakl, mektubu baştan sona okudu. O sırada Şam bölgesinde bulunan Ebû Süfyan’ı çağırttı ve aralarında şu şekilde bir konuşma geçti.
-O’na en çok uyanlar kimlerdir, zenginler mi, fakirler mi?
-Fakirler.
-Hiç O’na inananlardan dönenler oldu mu?
-Şimdiye kadar hayır.
-Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?
-Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar.
-Hayatında hiç yalan söylediğini duydunuz mu?
-Hayır, O’nu hiçbirimiz yalan söylerken duymadık.
Zira peygamber efendimizin dilinden çocukluğundan itibaren peygamberlik öncesinde de hiçbir zaman şaka yollu bile olsa yalan sadır olmamıştı.
Diğer taraftan büyük günahların çoğu tek başlarına suç teşkil ederken, yalan ise; büyük günahların çoğuyla irtibat halindedir. Örneğin dedikodu yapan kişi çoğu zaman yalan da söylemektedir. İçki içip şuurunu kaybeden kimse ne söylediğini bilmez ve yalan konuşur. Kumar oynayan, kaybettiklerini almak için sürekli olarak yalanla içli dışlıdır. Zina yalanlarla
dolu büyük bir günahtır. Bühtan ve iftira da, yalan olmadan yapılamaz. Yalan sadece sözle işlenen bir günah da değildir. İnancımızın davranışlarımızda karşılık bulmaması; yani, inancımızın başka, davranışlarımızın başka olması ise amellerimizdeki yalanlar olarak karşımıza çıkar. Bir arada yaşamamız, birbirimize muhtaç olmamız sebebiyle, sürekli olarak iletişim halindeyiz. Bu iletişimin temel aracı da dilimiz ve dilimizden dökülen sözlerdir. Bizler hep karşımızdakilerden yalansız, güzel ve doğru söz bekleriz. Fakat bazen kendimiz bu beklentimize uygun hareket etmeyiz.
Oysaki yaratılıştan gelen temiz fıtratımız ve inancımızın inşa ettiği vicdanımız, bizleri hep doğru söze ve doğruluğa davet eder. Ama yine de aramızda yalan ve aldatmaya başvuranların sayısı hiçte az değildir. İşte bu noktada yüce kitabımız bizlere şu çağrıyı yapar: “Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin” (Ahzâb 33/70). Peygamber efendimiz de “Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi iyiliğe, o da sizi Cennet’e götürür. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa Allah katında doğrulardan yazılır. Yalandan sakının. Yalan insanı günaha, o da Cehennem’e götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah katında yalancılardan yazılır.” (Buhari, “Edeb”, 69) buyurarak doğru söz ve doğruluğa davet eder.