Geçen hafta içerisinde Norveç, Hollanda, Fransa, Yeni Zelanda, ABD, Kanada, Fillandiya, Danimarka, İsveç, Almanya büyükelçilerinin dört yıldan bu yana tutuklu bir biçimde yargılanan Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına dair kaleme almış oldukları bildirinin kamuoyu ile paylaşılması sonrasında Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın bildiriye imza koyan 10 büyükelçiyi istenmeyen kişi ilan etmesi yepyeni bir krizin fitilini ateşlemiş oldu. Böylesine büyük bir krizin doğmasına sebep olan asıl mesele yukarıda da belirttiğim üzere yaklaşık dört yıldır tutuklu olarak yargılanan İş İnsanı Osman Kavala davasının artık uluslar arası bir nitelik kazanmış olması. Osman Kavala davası ile ilgili olarak geçmişten bugüne Türkiye’nin de tanımış olduğu ulus üstü yargı makamlarınca Osman Kavala’nın tahliye edilmesi gerektiğine dönük kararlar Türk yargı makamlarınca kabul görmemesi üzerine harekete geçen 10 Büyükelçi elbette hükümetlerinden onay alarak ortak bir bildiri yayımlayarak bir an evvel Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını talep etmiş bulunuyorlar. Diplomasi açısından bakıldığında 10 büyükelçinin ortak bir bildiri yayınlamış olması son derece normal gözükmektedir zira büyükelçiler hükümetlerinin konu ile ilgili olarak görüşlerini ortaya koymakla mükelleftirler. Ayrıca söz konusu mesele insan hakları gibi evrensel temel haklar üzerinden batılı büyükelçiler tarafından okunmaktadır. İnsan hakları gibi temel hak ve özgürlükler noktasında taraf olmak ve fikir beyan etmek demokratik hukuk devletlerinin temel vazifelerinden görülmelidir. Dolayısıyla bir takım politikacıların söylediği üzere söz konusu insan hakları ile ilgili bir mesele ise bu noktada iç işlerine karışmak gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu bağlamda batılı ülkeler nezdinde Türkiye’nin son 10 yılda giderek hukuk devleti, insan hakları ve demokrasiden uzaklaşan bir ülke olduğu algısının yerleşmesi bizleri 10 büyükelçi krizine getirmiş oldu. Bu noktadan sonra 10 büyükelçinin sınır dışı edilmesi hadisesi gerçekleşecek olur ise önümüzdeki süreçte Türkiye olarak şu durumlar ile karşılaşabiliriz: 1)10 Büyükelçinin sınır dışı edilmesi sonrasında sınır dışı edilen ülkelerdeki Türk büyükelçileri de istenmeyen kişi ilan edilerek sınır dışı edilecektir.
2) Türk büyükelçilerin sınır dışı edilmesi sonrasında başta ABD, Almanya ve Fransa öncülüğünde Türkiye’ye dönük yeni askeri ve ekonomik yaptırımlar gündeme gelecektir.
3)ABD’ de devam etmekte olan Halkbank davasında Türkiye’ye dönük yüklü miktarda bir tazminat kararı çıkabilir.
4) Avrupa Birliği ve Avrupa konseyi gibi Uluslar arası kurumlarla olan son bağlar da kopacak ve karşılıklı köprüler atılacaktır.
5)Ekonomik anlamda son derece zor bir dönemeçten geçmekte olan ülkemiz açısından batı ile restleşmek yeterince yüksek durumda bulunan döviz kurlarını yükseltecek bununla birlikte tüm ekonomik göstergeler hızla daha da kötüye gidecektir.
6) Türkiye içe kapanık batıya tamamen sırtını dönmüş izole bir ülke konumuna gelecektir.
7)En büyük ihracat pazarımız olan batılı ülkeler tamamen kaybedilecek ve bunun sonucunda Türk ihracatçısı son derece ağır bir darbe yemiş olacaktır.
Türkiye yukarıdaki gelişmelerle karşılaşmamak istiyorsa acilen büyükelçiler krizi aklı selim ile yönetilmeli ve kesinlikle 10 büyükelçiye dönük bir sınır dışı etme kararı çıkmamalıdır. Böyle bir karar sonuçları itibariyle Türkiye açısından çok uzun yıllara yayılan bir devasa bir krizin kapılarını açacaktır. Türkiye’nin dış politikada karşılıklı menfaate dayalı dostluk ilişkilerine her zamankinden daha fazla ihtiyacı var iken batı dünyasının en önde gelen 10 ülkesinin büyükelçisini sınır etmek Türkiye adına dış politika açısından intihar etmekle eşdeğer bir durum olarak görülmelidir. Umudum o ki bu yeni kriz sadece söylem düzeyinde kalsın ve taraflar açısından karşılıklı olarak asla eyleme geçilmemesidir. Türkiye’nin geleceği batı ile çatışmada değil batı ile entegrasyondan ve işbirliğinden geçmektedir. Aksi bir durumda dış politikada son on yıldır Türkiye aleyhine kabaran fatura artarak devam edecektir.