torununa”[ Dilâver Cebeci, Ve Sığınırım İçime, Şimdiki Zaman Çekiminde Bir Mahkûma Mektup, 16] emânet edeceği ideâlleri, Karadenizli fıtratından neşet eden üst perdeden heyecanları ve  medd ü cezirleri bulunan,  hâl ve hareketlerindeki tevâzuu ve vakarıyla, sohbet ve hitabındaki samîmiyet ve asâletiyle her zaman hürmet uyandıran gerçek bir gönül eriydi.
O, ülkücülüğün; bir isim, bir rozet, bir sembol ve alâlâde bir siyâsî hareket olmadığına, çok fazîletli bir sıfat, kavî bir îman, ahlâkî bir duruş, ideâlist bir tavır ve soylu bir mensûbiyet şuuru olarak idrâk edilmesi gerektiğine inanan ve ülkücülüğün üst başlığının particilik olmadığını, particiliğin ülkücülüğe hükmetmesini değil, ülkücülüğün partiye yön ve şekil vermesi gerektiğini savunanlardandı.  O; ülkücülüğün; ‘Her zemine uyan, her kapıyı açan, her târife sığan bir tanımlama’ olmadığını, ‘câmi ile meyhâne arasını ihâtâ eden bir yelpâze’ oluşturmadığını, “Din, dil ve tarih şuuru”na istinat eden bir  “hâl” olduğunu / olması gerektiğini, millî ve mânevî ölçülerinin bulunduğunu / bulunması gerektiğini anlatanlardandı. O; ülkücülüğün merkezine inanç ve ideâlizmi, ilim ve irfânı, kültür ve medeniyeti, vakar ve fazîleti,  cesâret ve aksiyonerliği koyanlardandı. O; pek çok sosyal ve siyâsî faaliyetin merkezinde bulunmasına rağmen hiçbir siyâsî makam ve mevkî talebi olmayan ve hiçbir şartta hayâllerine hazan değmeyenlerdendi.
Onun cenâzesinde yakamıza taktığımız resimdeki gülen çehresi hep gözlerimin önündedir.  Erol Kardeşimiz üç yıl kadar önce kalp kapağı ameliyatı olmuştu. Arada telefonla konuşur, değişmez millî sporumuz olan “vatan kurtarma ameliyesi ve ne olacak bu memleketin / ülkücülerin hâli”  muhabbetini hitâma erdirince sağlık durumu hakkında da bilgi alırdım. Bir konuşmamızda; “Sağlığın nasıl?” soruma; “Doktorlar iyi olduğumu söylüyor, ben de ilaçlarımı içiyorum, pek şikâyetim yok, ancak doktorların sözüne bilmem ki güvenilir mi?”  diyerek soruya soruyla karşılık vermişti.  Fakir de;  “İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe değil, ömrü yettiği mühletçe yaşar. Ecel gelmeden hiç kimseye bir şey olmaz, ölünceye kadar hiç birimizin hayat çiçeği solmaz!” cevâbını verince, bir kahkaha atmış ve; “Bu bir doktor cevâbı değil, bir şâir hekim yorumu!” demiş ve gülüşmüştük… O; fakirin kaleme aldığı ve sosyal medyada her 12 Eylül’de pek çok sitede iktibas edilen “Eylül’ün Kırdığı Güller” yazısına geçen yıl gönderdiği Watsapp mesajında da şunları yazmıştı: “Gene Eylül, gene hüzün. Kutlu bir dâvânın fedâkâr gençliğinin özeti bu ay. 
Kuşağımız gençliğinden bir kısmımız kahpe kurşunlarla, kimimiz de boynumuza takılan iple şehâdete erdi. Bizim neslin yaşayanları sizlere göre çok uzun yaşadı, artık yaşlandı… Her gün bir bir, bâzen birden fazlası geliyoruz yanınıza. Yaşımız da geldi artık. Mücâdele bitmedi, Türk-İslâm Ülküsü gerçekleşmedi, ama ömür bitiyor. Mevlâm verilen kutsal mücadelenin ecrini gerçek âlemde bizlere verir ve ‘Onlar’la Cennette buluşuruz inşallah…” 12 Eylül’le ilgili olarak gönderdiği bir başka mesajda ise; “Biz bu memleket için hayırlı evlâtlardık. Biz inanmıştık, pişman değiliz. Hamdolsun Türk-İslâm Ülküsü’nden gurur duyduk, gurur duyuyoruz… İçerde, dışarda çile çekenler, evlâtlarını, eşlerini, gözü yaşlı bekleyenler hepinize saygılar.”  demişti. 
Zâten o; emdiği sütün, içtiği suyun, yediği ekmeğin, bastığı toprağın, astığı bayrağın hakkını hakkıyla veren, “bu memleketin hayırlı evlâtları” olan Yusûfiyeli ülkücülere ve “içerde ve dışarıda çile çekenlere” özel bir vefâ gösteren, Türk’e sevdâlı, bozkurt edâlı, mangal yürekli bir dâvâ adamı, en zor şartlarda bile mücâdele bayrağını dalgalandıran, inanç, ideâl ve aksiyonerliğine gölge düşürmeden en ön safta yer alan yılmaz bir aksiyoner, eli kalem tutan bir münevver ve çaplı bir mefkûre insanıydı.
* * * 
Bu hazan mevsiminde Erol Dok kardeşimiz de bizlere -Nevzat Kösoğlu Ağabeyimiz gibi-  bir Ekim acısı daha yaşattı,  Abdurrahim Karakoç’un bir şiirinde ifâde ettiği üzere; 
Artık ne kar yağar, 
ne ben üşürüm,
Ne de saçlarımı dağıtır rüzgâr… 
Sağ iken bir günde 
bin kez ölürdüm, 
Şimdi ölüm yoktur, 
ölümsüzlük var…