Milletleri ayakta tutan; toplum yaşamının barış, huzur, düzen ve ahenk içinde devamını sağlayan bir takım maddi, manevi ve ahlaki değerler vardır. Her toplumun kendine özgü değerleri olduğu gibi, bütün toplumların ortak ve değişmez değerler vardır.

İnsanlığın ortak değerlerinden bir tanesi ve belki de en önemlisi adalettir. Adalet, eşitlik ve dengeyi sağlayan en önemli ölçüdür. Adalet sadece mahkemelerin konusu değildir; bilakis adalet, bireysel ve sosyal hayatın, bütün ortak davranışlarımızın en önemli meşruiyet kaynağı ve ahlaki kriteridir. Adalet, toplumların gerçek sosyal güvencesidir. Adaletin hayat vermediği toplumlara kaos, huzursuzluk, terör ve anarşi hakim olur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in; “Emanet kaybolduğu zaman kıyameti bekle!”( Buhari) hadisini hakkaniyet ve adaletin kaybedilmesi olarak anlamak gerekir. “Adalet mülkün temelidir.” sözü de devletlerin ve toplumların ancak adalet temeli üzerinde varlığını koruyabileceğini ifade eder.

Adaletin milleti-milliyeti, kadını-erkeği, zayıfı-güçlüsü, zengini-fakiri olmaz. Adaletli davranmak insanlara eşit muamelede bulunmaktır. Adalette hak vardır ve hak daima üstün tutulmalıdır. Yüce Kur’an’ın emri de budur. Mü’minlerin olay ve hadiseler karşısındaki tutum ve duruşunun nasıl olması gerektiğini, bakınız, Yüce Kur’an nasıl öğretiyor bize: “Ey iman edenler! Kendinizin, anne-babanızın veya akrabalarınızın aleyhine bile olsa hakkı ve adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. Şahitlik ettikleriniz zengin de olsalar fakir de olsalar adaletten ayrılmayın. Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”(Nisa Suresi 135)

Kin, nefret, intikam gibi duyguların; sosyal statü, kimlik ve aidiyetlerin zaman zaman insanı hak ve adaletten saptırabileceğine dikkatimizi çeken Cenab-ı Hakk, bu durumda dahi hakkaniyet ve adaletten ayrılmamamız gerektiğini şöyle emrediyor bize:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.“(Maide Suresi)

Hakikatin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanmasında karşılaşılan en önemli problemlerden biri çıkarcılık ve bencilliktir Muhakkak ki her nefis kendisini haklı görme eğilimindedir. Kur’an’da belirtildiği üzere şeytan, insana günahlarını süsler ve bahaneler insanın hatalarına kılıf olur. Şeytanın telkinlerine boyun eğmeden hakikatin yanında olmak ve adaletin tecelli etmesine yardımcı olmak her mü’minin insani ve imani sorumluluğudur.

Nitekim bu durumla ilgili Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Ben sadece bir beşerim. Sizler zaman zaman yargılanmak üzere bana geliyorsunuz. Belki biriniz, kendini ifade etmede diğerinizden daha becerikli olabilir. Ben de dinlediğime göre o kimsenin lehinde hüküm verebilirim. Kimin lehine kardeşinin hakkını alarak hüküm vermişsem, ona cehennemden bir parça ayırmış olduğumu unutmasın.”( Buhari)

A’raf suresinin 29’uncu ayetinin mealini de okuyalım : “De ki: Rabbim bana her işte doğru ve adaletli olmamı emretti. Secde ettiğinizde bütün varlığınızla O’na yönelin. Yalnızca O’nun rızasını gözeterek ve tüm samimiyetinizle O’na ibadet edin. Çünkü nasıl sizi ilk defa O yarattıysa, yine O’na döneceksiniz.”

Hayat kısa ölüm gerçek ve ani insan yaşadıklarından da sorumludur. O halde doğru dürüst adaletli olup insanca yaşamak zorundayız, çünkü hesap var kitap var Allah’ın adaleti var. Hiç birimiz bu hesaptan kaçamayız. Cumanız mübarek işleriniz hayır ve adaletli olsun ! (Diyanet Hutbelerinden )