Ramazan-ı Şerifi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) üçe taksim edip başını rahmet, ortasını mağfiret sonunu ise cehennem azabında kurtuluş olarak açıklamıştır. Rahmet bölümünü idrak ettik, mağfiret bölümünü de tamamlamak üzeriyiz. Bu formülasyon aynı zamanda bizlere, Ramazan-ı şerifi hangi önceliklerle değerlendirmemiz gerektiğini de göstermiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) her konu da bizlere örnek olduğu gibi hayır, bereket, iyi amel ve kendine has ibadetlerle kapımızı çalan Ramazan-ı Şerifin de ilk on gününün rahmete kapı aralayacak, ikinci on gününün mağfireti celp edecek, üçüncü diliminin ise, azaptan kurtuluşun anahtarı olacak söz, fiil ve ibadetlere öncelik vererek değerlendirmemizi istemiştir. Zira hayatımız, öncelediğimiz amel ve fiillerimiz üzerine inşa olmaktadır. Neyi yapmayı tercihe şayan buluyorsak onu yapıyor ve hayatımızı buna göre tanzim ediyoruz.
Diğer taraftan insanoğlu, günah ve hata işleme istidat ve kabiliyetinde yaratılmış olmakla beraber tövbe ve istiğfar yolu açılarak günah işlemesi durumunda tövbe etmeye de davet edilmiş ve Allah Tealanın, tövbe edenleri sevdiği müjdesi verilmiştir. Ayrıca salih ameller için, 1 den 10’na, 10’dan 700 ve miktarı Yüce Yaratıcı tarafından takdir edilecek büyük mükafatlar vadedilmiştir. Bununla birlikte İslam’ın günah anlayışında son derece ehemmiyetli bir nokta daha var ki, buna diğer inanışlarda rastlamakta mümkün değildir. Kişi işlediği günahın bağışlanma sürecinde Allah (c.c.) ile arasına herhangi bir aracı katmaz. Aracısız olarak Rabbinin kapısını çalar ve samimi bir yönelişle ondan bağışlanma ister. Bu hal kendisi ile Rabbi arasında samimi, ihlaslı bir yöneliş ve beraberliğe kapı aralayarak onun mânende yükselişini sağlar. Burada şu hususun altının çizilmesi de önemlidir. Yukarıda yapılan izahat menfi istikamette anlaşılıp, bir kısım günahları işlemek için fetva arana bilir mi? Öyle ya, madem günahlar sevaba dönüşebiliyor, önce günah işleyip sonra da tövbe etsek olur mu? Böyle bir düşünce, her şeyden önce kulluk edep ve ahlakı ile asla uyuşmaz. Zira bu anlayış, Cenâb-ı Hakk'ın yaptığı imtihan yanın da dinin hükümleriyle alay ve dahası onları ciddiye almamak gibi bir anlama gelir. Ayrıca bu halet-i ruhiye ile işlenecek günahların tövbesi kabul olur mu veya Cenab-ı Hakk'ın rahmetini celp edebilir mi, bu da belli değildir. Diğer taraftan bir âyet-i kerime, affedilecek günahlar için cehaletle işlenmiş olma şartını getirmiştir. "Allah, kötülüğü cehaletle (bilmeyerek) yapıp da hemen tövbe edenlerin tövbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tövbesini kabul eder. Allah hakkıyla bilen ve hakkıyla hüküm verendir" (Nisâ 17) Tövbelerimizin kabul olması etbette hepimizin öncelikli arzusudur. Bu sebeple İslam alimleri âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde gelen açıklamaları göz önünde bulundurarak makbul tövbenin şartlarını da tesbit etmeye çalışmışlardır.
İmam Nevevî bu hususta şu tespitleri yapmıştır: “Tövbe, lügat olarak dönüş demektir. Öyleyse tövbe de günahtan dönüştür. Bu dönüşün yani tövbenin üç şartı vardır:
- Günahı kesin olarak terk etmek,
- Bu günahı işlediğine tam bir pişmanlık duymak,
- Bu günahı bir daha işlemek üzere kesin karar verip uygulamak.
İmam Nevevî devamla der ki: Eğer tövbe edilen günah, bir insanın hak ve hukukuna karşı işlenmiş ise, bir dördüncü şart daha vardır ki: O da hak sahibi ile helalleşmektir. Tövbenin aslı nedamettir, pişmanlıktır. Bu da onun en büyük şartıdır.”
Mübarek ve bereketli bir mevsim olan Ramazan-ı Şerifin, bir taraftan sonuna doğru yaklaştığımız diğer taraftan da Kadir gecesini idrak etme ihtimalinin yüksek olduğu bir mevsime girmek üzeriyiz. Bu zamanlarda tövbe ve istiğfarlarımız başta olmak üzere, salih amel ve ibadetlerimizi çoğaltmak, Peygamber Efendimizin tespiti ile akıllı hareket etmiş olmak için yegane davranış şekli olacaktır.
Allah Teala bizleri Ramazan-i Şerifi en iyi şekilde misafir eden ve onun getirdiği müjdelerden de gereği gibi istifade edenlerden eylesin.