Müslüman Türk Milleti'nin, İslâm'ı bir başka hürmet ve muhabbetle yaşadığını düşünürüm.

  Hürmetinde ve muhabbetinde incelikler vardır. Bunun işareti olan rumuzlar, sözler kullanırlar. Bu duygularla şekillenen türlü çeşitli  davranışları vardır.

 Türk Osmanlı, Hacc'a gidenler gölgelensinler diye revaklar yaptırmış, bu gölgeliklerin boyu Kâbe-i Muazzama'nın boyunu aşmamıştır.

Her ne kadar merhum Mehmet Akif Ersoy Bey, Kur'an-ı Kerim'in böylece bırakılmasına, ondan ders alınmamasına, öğütlerinin tutulmasına itiraz ederek

 "İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için" dese de Kelâm- Kadim'e hürmetleri vardır, özel kaplara konulup , duvarlara baş uçlarına asarlar.

Osman Gâzi'nin,  Edebâlî Hazretlerini ziyareti sırasında, yatacağı misafir odasının duvarındaki Kur'an-ı Kerim' görünce, “-Kur’ân-ı Kerîm bulunan bu odada ayakları uzatıp yatmak doğru olmaz!” dediği rivayet olunur.

Ezan okunurken toplanır, Allah(c.c.) lafzı anıldıkça ürperir, Efendimiz (sav ) anılınca salavat getirirler.

Allah (c.c.), her türlü şekilden, tasvirden münezzeh olduğu için rumuz olarak, hilâl ve lâleyi seçmişlerdir. Hilâl'i bayrağımızda, minarelerimizin alemlerinde; lâleyi de camilerimizin içinde çini bezemelerinde sıkça görürüz.

  Bu sembollerin seçilmesinin sebebi, Ebced Hesabı'ndan dolayıdır. Arap Alfabesi'ndeki harflerin birer rakam değeri vardır. Allah kelimesinin rakam değeri ile hilâl ve lâle kelimelerinin rakam değerlerinin toplamı altmış altı olmaktadır ve eşittir. İşi altmış altıya bağlamak da işi Allah'a bağlamak ve ona teslim olmak , O'nun yardımıyla işi kolaylamak demektir.

  Müslüman Türkler, Ahzab Suresi'nin 56. ayetinde Cenab-ı Hakk, "Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun." emrine sadakatle uyarlar ve Efendimiz her anıldığında salavat getirirler.  Peygamberimiz için de çiçekler içerisinde hem kokusu hem görünüşü ile öne çıkan gülü sembol olarak seçmişlerdir.

  Nurullah Genç hoca, kelimelerin esrarı başlığını verdiği bir konuşmasında, kelimelerin bir sözlük ve bir de mecazi anlamlarının olduğunu, bazı cümlelerin, sözlerin, şiirlerin bu gözle değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Örnek olarak da  Elmalılı Ümmî Sinan'ın;
"Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül" dörtlüğünü verdi.

Bu dörtlükte ve şiirin tamamında geçen gülden muradın, Peygamber Efendimiz (sav) olduğunu ifade etti. Bu dörtlükte gül alıp, gül satmaktan maksadın, Efendimiz'i anmak ve konuşmak; gülü gül ile tartmanın, hayatımızın terazisinin Efendimiz olmasını; iyilik ölçüsü olarak terazinin bir kefesinde Hz. Muhammed (sav)'ın örnek yaşayışının bulunması gerektiğini ve bu ortamın tasavvufî bir neşve  ortamı olduğunu söyledi.

 Ne ilginç bir tevafuktur ki bu sohbetten birkaç gün sonra, samimî bir mü'min ve dindar olan, ismini söylesem hicabından yerin dibine geçecek bir arkadaşımla gezerken, hangi bahçede açılmış bir gül görse Efendimiz (sav)'e salavat getirdiğini gördüm. Ve anladım ki Müslüman Türk Millet'nin, Allah(c.c.), Peygamber (sav), aşkı bir başka boyutta.

 Ne mutlu Türk'üm diyebilene, ne mutlu Müslüman'ım diyebilene; ne mutlu hem Türk'üm hem Müslüman'ım diyene, diyebilene!