Türkiye’de bizler iç politika sorunlarımıza odaklanmış iken Dünya’nın önde gelen iklim bilimcileri ve devlet temsilcileri Polonya’da İklim Değişikliği Zirvesinde bir araya geldiler. Konuşulan temel konu ise etkisini her geçen yıl biraz daha hissettiren küresel ısınma ve bunun doğurduğu küresel iklim değişikliği olayları idi. Dünya insanoğlunun tüketim biçimi sebebiyle giderek ısınıyor. Petrol ve kömüre dayalı üretim biçimi bunun ortaya çıkardığı sıcaklık değişimi eğer önlenemez ise bu yüzyılın sonunda dünyanın ortalama sıcaklığı 3 ila 5 derece artmış olacak. Buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve kuraklığın tüm dünyada giderek artması gibi gelişmelerin altında dünyanın ısının giderek artıyor olması yatıyor. İklim değişikliği panelinde dünyadaki ısı değişimini 1.5 derecelik bir artışta tutabilmemiz için son 12 yılımızın kaldığı bilim insanları tarafından ifade edildi. 2030’lu yıllara kadar dünya üzerindeki gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler üretim biçimlerini dönüştürmez ve bugünkü düzeyde atmosfere karbon salmaya devam ederler ise dünya için çok geç kalınmış olacak. 2100 yılına gelindiğinde dünya bugünkünden en az 3 derece daha fazla sıcak bir gezegene dönüşecek ve bizler o günleri yaşamasak dahi çocuklarımız ve torunlarımız bizim neslimizin vurdumduymazlığının acısını çekecekler. Ülke olarak iklim değişikliğinin etkilerini şimdiden hissediyoruz. Geçen günlerde bilim insanları önümüzdeki dönem zarfında İstanbul gibi büyük kentlerde kar yağışlarını hiç göremeyeceğimizi dile getirdiler. Bunun temel sebebi büyük şehirlerin ortaya çıkardığı büyük ısı dalgaları ve tabii ki betonlaşma. Türkiye 2050 yılına geldiğinde Ortadoğu ve Akdeniz havzasında yaşanacak olan kuraklık sebebiyle su ihtiyacı artan ve adeta su fakiri bir ülkeye dönüşecek. Nitekim bugün için de ülkemiz su zengini bir ülke değil ortalama kişi başına 1300 metreküp kullanılabilir suyun içme suyunun düştüğü ülkemiz giderek su fakiri bir ülkeye dönüşecek. Ülkemizin küresel iklim değişikliğinden daha az etkilenmesinin tek yolu ekonomiden, şehir planlamasına her noktanın küresel iklim değişikliği temele alınarak dönüştürülmesi. Ülkemiz kömüre ve petrole dayalı üretim biçimini bir an evvel değiştirmek için çok daha büyük adımlar atmalı. Güneş ve rüzgara dayalı yenilenebilir enerji politikasına geçmek zorundayız. Kömüre dayalı termik santraller kurmaktan ve doğamızı ve havamızı kirletmekten vazgeçmek zorundayız. Bugün Almanya’nın bir çok kentinde dizel araçlarla seyahat etmek yasaklanıyor. Almanya 2035 yılına dek tüm dizel araçların üretimini ve kullanımını yasaklayacak. İsveç 2025 yılına dek ülkesindeki tüm dizel araçların trafiğe çıkışını yasaklamayı planlıyor. Ve yine İsveç 2040 yılına dek tüm ülke enerjisini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamayı planlıyor. Fransa 2035 yılına dek 15 adet nükleer santrali kapatmayı planlıyor. Çin her yıl yüz milyarca doları güneş enerjisine dayalı sektörlere yatırıyor. ABD’nin Kaliforniya eyaleti 2021 yılından itibaren eyaletteki tüm gayrimenkullerin güneş panelleri yoluyla ısıtılmasını ve enerji üretilmesini zorunlu kılıyor. Dünya’da küresel iklim değişikliği konusunda her geçen yıl artan farkındalığa rağmen ülke olarak hala bu konuda somut adımlar atmamış olmamız bizleri son derece vahim sonuçlarla karşı karşıya bırakacak. Bu yüzden mevcut iktidarın ve bundan sonraki yönetimlerin iklim değişikliği konusunda radikal adımlar atması şart. Bu gerçekleşmez ise bugün konuştuğumuz hiçbir meselenin o kadar da mühim olmadığını sahip olduğumuzu düşündüğümüz maddi kazanımların çok yakın bir gelecekte hiçleştiğini göreceğiz. Küresel iklim değişikliğine karşı harekete geçmek durumundayız yoksa insanoğlu için bu dünyada yaşamanın tüm koşulları bu yüzyılın sonuna doğru ortadan kalkmış olacak.