Kehânet, gaybı bilme iddiasıdır ki meydana gelecek bir şeyi önce den haber vermektir. Verilen bilgi, bizzat cinlerden elde edilen veya cinlerin meleklerin konuşmasına kulak kabartarak işittiği şeyleri kâhine aktarmasıyla elde edilir. Bu işle uğraşanlara kâhin denir.
Bu çerçeve de Arrâf'a, Kâhin dendiği gibi yıldıza bakarak haber verene de Müneccim denir. Arrâf tabiri aynı zamanda, çalınan veya kaybolan malların yerini bildiğini söyleyen kimseler için de kullanılmıştır. Bu kimseler cinci olarak da adlandırılır. Tıpkı sihirde olduğu gibi dinimizde bütün bunlarda yasaklanmış ve haram kılınmışlardır. Bu konuda Peygamber efendimiz şu uyarıları yapmıştır: "Kim sihir maksadıyla bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim bir şey asarsa, o astığı şeye havale edilir." "Kim bir arrâfa (kâhine) gelir, birşeyler sorar ve söylediklerine de inanıp onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul edilmez." Âlimler, arrâfa gidip, onu tasdik edenlerin namazının kabul edilmemesinden maksadın namazın sevabından mahrum kalınması anlamına geldiği yorumunu yapmışlardır.
Diğer taraftan gaybı yalnızca Allah bilmektedir. Bu durum bir ayeti kerime de şöyle ifade bulmuştur: ''Ey Muhammed de ki, ben size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahiy olunana uymaktayım" (Enam, 6/50) Bu durumda gaybı bilme iddiası Kur'an'a karşı gelmek manasını taşımaktadır. Hal böyle olunca, bir mü'minin karşılaştığı bir sıkıntıyı aşmak üzere kâhine müracaat etmesi, onu dinleyip ona inanması, onu tasdik etmesi îmanı yani Rabbine teslimiyeti ile bağdaşmayacaktır.
Falcılık da kehanet gibi gelecekten haber verme yöntemlerinden birisidir. Falcı bu yöntemi kullanarak gelecekten bilgi verdiğini iddia ederek insanları kandırır ve onlardan menfaat temin eder. Yıldız, kahve, bakla ve iskambil kağıdı gibi araçlarla yapılan falcılıkta tamamen batıldır ve dinen yasaklanmıştır.
İnsanlar, hemen hemen her toplumda tarihin her devrinde geleceğe ait olayları önceden öğrenmeyi istemişlerdir. Kehanet ve falcılık, insanoğlunun bu arzusuna bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Cahili Araplar, Ezlâm -fal okları-, remilleri (nokta ve çizgileri) ve tencimleri (yıldızlardan bilgi alma) gibi şeyler, hep birer kehanet araçları olarak kullanmışlardır. Gelecek perdesi arkasında saklanmış mukadderatı görme ve bilmeye insan zekâsının yetmediği zaman ve durumlarda, kişiler ve toplumlar için takdir edilmiş olayları öğrenmek maksadıyla böylesi aslı ve gerçekliği olmayan vasıtalar devreye sokula gelmiştir. Bugün bile eğitim, ilim ve teknolojinin ileri bir seviyeye ulaştığı toplumlarda bile fal ve kehanete inananların sayısı gün geçtikçe arttığı gibi bu yalan ve aldatmalara bilim kılıfı giydirip sanat olarak pazarlayanların sayısı da az değildir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bilhassa büyükşehirlerimiz de çoğunlukla öğrenci ve gençlerin gittikleri kafe vb. mekanlarda “bilimsel olarak! Kahve falınıza bakıyoruz” şeklinde yapılan yazılı ve sözlü çağrılara okumuş ve eğitimli kimseler tarafından ilgiyle karşılık verilerek “bilim ile yalanın” beraberce satın alınmış olması büyük bir ironiden başka bir anlam taşımamaktadır.
Oysaki Yüce Kitabımız bizlere asırlar öncesinden şu uyarıyı yapmıştı: “Ey imân edenler! muhakkak ki sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, putperestçe uygulamalar ve gelecek hakkında kehanette bulunmak, şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değildir. O halde bunlardan kaçının ki,felâh bulasınız.” (Maide,90)
Kısmetim açılmıyor, yuvamızda mutluluk yok, hangi işe el atsam başarısız oluyorum, eşimle geçinemiyorum, eşimin gözü dışarıda, çocuğum olmuyor, kayın validemle aram iyi değil, sınavda durumum ne olacak, kiminle evleneceğim, bu işte başarılı olabilecek miyim? vb. daha pek çok sıkıntı ve beklentinin çözümü; varsa eksiklik ve davranış kusurlarımızı düzelttikten sonra Allah tealaya karşı sorumlukluklarımızı gücümüz nispetinde yerine getirmek, ona tam bir teslimiyetle samimi olarak sığınmak, sabır, sebat ve tahammül göstermekte olduğu unutulmamalıdır.