Sanki el birliği ile felaket tellallığı yapıyor dünya.
Bir yanda savaşlar, ayrılıklar, çatışmalar, terör, hastalık, diğer yanda ekonomi ile başlayan gıda krizi.
Sadece biz de olsa tamam da dünyadaki ekonomik yangın her yanda. Kimi zaman mutfakta kimi zaman aracımızın deposunda.
Bir de gıda krizi şaklabanlığı yapanlar var!
Bu dünyayı kimler hangi maksatla gıda krizine sokmak istiyor kısmı bizi bağlamıyor. Konuşsak da nafile.
Türkiye nasıl oluyor da böylesine bir krizle yüzleştiriliyor, muhatap ediliyor.
Yozgat’tan bakıyorum olaya.
Göçün dibine kadar yaşandığı, evlerin sahipsiz, tarlaların kimsesiz, kabirlerin ziyaretsiz kaldığı topraklarda nefes alıyoruz nihayetinde.
Bakıyorum etrafıma sanki geri dönüşü mümkün olmayan yolculukta kaçar gibi gitmişiz.
Neden gitmişiz, neden gelmiyoruz kısımlarını da bugün bırakalım bir kenara.
Neden gelmeliyiz?
Ve nedenleri art arda sıralayalım, ekleyelim; neden topraklar boz kalsın.
Bahçeler bostanlar kurusun.
Sular boşa aksın, dağ meyveleri mahzun, yaban hayatı sessiz kalsın.
İnsanlığın neredeyse açlıkla imtihan olacağı bir gelecekten bahsedilirken toprağa daha sıkı bağlanmak gerekmez mi?
Krize bir çapa vursak…
Önce toprak havalansa, nefes alsa, kendine gelse.
Alın teri düşse su niyetine, bir tohum, bir yeşerme, sonrasında rızık…
Biz çapalayalım, elbet karşılıksız kalmayacaktır çapalarımız…
Her çapa berekete atılan bir niyettir yurdumda.
Ama bugün topraklar yüze, yüz toprağa hasret.
Son nefes mi beklenmeli her toprakla yüzleşmek için?
Hülasa efendim, bizim yurdumuz gıda krizi ile en son yüz yüze kalacak diyar.
Bu diyarlar yeter ki emek görsün toprağa düşen can misali.
Yeter ki insan görsün kuş uçmaz yamaçlara güven veren asker gibi.
Krize bir çapa vurmak için önce çaba gerek!
Şimdi diyeceksiniz ki, şehirlerden gelip tarla mı ekelim.
Ekme ektir, sulama sulat, tohumu saç toprağa yeter ki.
Toprak sahipsiz kalmadığını bilirse karşılık verir yeter ki yönün toprağa dönük olsun son nefesten önce.
Anadolu’nun bereketli toprakları emeksiz kalmasın.