Türkiye’nin 9 Ekim ‘den itibaren başlattığı Kuzey Suriye’ye dönük harekat ile birlikte artık zarlar atılmış durumda. Uluslar arası çok sayıda büyüklü ve küçüklü siyasi aktörün son sekiz yıldır müdahil olduğu Suriye meselesi Türkiye’nin bu askeri hamlesi ile birlikte çok daha karmaşık bir hal almış olacak. Türk ordusu tarafından Suriye’ye dönük daha önce yapılan askeri harekatlar ile bu harekatı kıyasladığımızda en temel fark bu askeri harekatın çok uzun zamandır ABD nüfuz bölgesi olarak kabul edilen Fırat’ın doğusuna dönük ilk harekat olması.

Bu bölgeye dönük harekat hiç şüphesiz ABD’nin izni ile sınırlı çapta bir harekat olarak başlamakla birlikte Türkiye’nin 30 km kadar derinliğe inmeyi planladığını görmekteyiz. Türkiye’nin süreç içerisinde sınır hattı boyunca 30 km derinliğinde bir güvenlik koridoru inşa etmek isteyeceği çok açık iken askeri harekatın sınırlı bir askeri harekat olmaktan çıkacağı çok açık. Şu anda hali hazırda devam etmekte olan askeri harekata dönük başta ABD olmak üzere bir çok ülkeden tepki gelmeye başlamış iken Türkiye’nin önümüzdeki süreçte bu derece yoğun bir dış baskı karşısında son derece zor bir durumda kalacağını çok açık bir biçimde söyleyebiliriz. Türkiye’nin bu harekata dönük temel hedefi Fırat’ın doğusunda bulunan ve Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü YPG askeri varlığının sınır hattı boyunca ortadan kaldırılması ve en az 30 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturarak ülkemizde bulunan 3.6 milyon Suriyeli mültecinin en az iki milyon kadarını bu güvenli bölgeye yerleştirmek. Türkiye ayrıca bölgeye yerleşecek olan Suriyeliler için TOKİ aracılığı ile 200 bin konut yapmayı planlıyor. Türkiye’nin bu tip hedefler ortaya koyması resmi söylemde ortaya konan “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız.” İfadesi ile çelişiyor.

Zira Türkiye Suriye sınırı boyunca 30 Km derinliğinde bir güvenlik koridoru inşa eder ve Türk ordusu bu hat boyunca gözlem noktaları yani askeri üsler oluşturur ise bu Türkiye’nin kalıcı bir biçimde bölgede kalmayı planladığının ispatı niteliğini taşıyacaktır. Türkiye’nin fiilen Suriye devletinin egemenliği altında olmasa da resmen Suriye devletinin toprağı olarak kabul edilen bir bölgeye yerleşmesi ilerleyen süreçte uluslar arası toplum tarafından Türkiye’nin işgalci bir güç olarak görülmesinin yolunu açacaktır. Türkiye Kuzey Suriye hattı boyunca bir güvenli bölge kursa dahi bu bölgeye en az iki milyon Suriyeli sığınmacıyı yerleştirebilmesi mümkün gözükmemektedir. Zira bu çapta bir nüfusu Türkiye’den alıp zorla o bölgeye yerleştirebilmeniz uluslar arası hukuk tarafından suç olarak kabul edilecektir. Çünkü uluslar arası hukuka göre size sığınmış olan sığınmacıları zorla bir başka ülkenin toprağına yerleştirmek ve o bölgeyi nüfus olarak dönüştürmek suçtur. Türkiye’nin bu çapta en az iki milyon civarında bir nüfusu o bölgeye yerleştirebilmesi için Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği üzere en az 30 milyar dolara ihtiyacı vardır. Bu çapta bir paranın yurt dışından veya Türkiye’nin imkanları doğrultusunda bulması imkansız gözükmektedir. Nitekim batılı ülkeler şimdiden Türkiye’nin gerçekleştirdiği askeri harekatın bir an evvel sonlandırılmasını ifade etmekle birlikte bu harekat sonrasında Türkiye’nin Suriyeli sığınmacıların yerleştirilmesi işi için talep ettiği maddi yardımın asla yapılmayacağını net bir biçimde ortaya koydular. Türkiye’nin batılı ülkelerin harekata dönük olumsuz duruşları karşısında Suriyeli sığınmacılara dönük kısıtlamaların kaldırılarak Avrupa’ya yönlendirilebileceği yönünde ortaya konan söylem insani ve vicdani açıdan Türkiye’nin imajına zarar verecektir. Zira bu söylem Suriyeli sığınmacıların Avrupa karşısında Türkiye tarafından birer şantaj aracı olarak görüldüğü algısını oluşturacaktır. Önümüzdeki günlerde orta ve uzun vade de Kuzey Suriye harekatının ortaya çıkarabileceği politik, askeri ve ekonomik riskler bulunmaktadır. Türkiye ABD noktasında sadece ABD başkanı Trump’a güvenerek bu yola çıkmıştır. Oysa ABD kurulu düzenini oluşturan Kongre, Temsilciler Meclisi, Pentagon(ABD Savunma Bakanlığı), ABD Dış işleri Bakanlığı ve ABD medyası bu harekatın karşısındadır. Trump için ABD’de azil süreci devam etmektedir. Dolayısıyla Türkiye bir ayağı çukurda olan bir dakikası bir dakikasına uymayan Trump gibi bir başkanın ipi ile kuyuya inmektedir. Bununla birlikte ilerleyen günlerde Türkiye’ye dönük askeri ve ekonomik yaptırımlar ABD Kongresi tarafından uygulanmaya başlayacağı çok açıktır.

Türkiye ekonomisinin son derece sıkıntılı olduğu bir dönemde başlayacak olan askeri ve ekonomik yaptırımlar Türk ekonomisinin çok daha kötü bir duruma gelmesine sebep olacak ve ülke ekonomisi tam bir dar boğazın içine hapsolacaktır. Bununla birlikte askeri açıdan Türkiye’yi bekleyen en büyük risk Türk ordusunun Suriye’nin içlerine girdikçe ABD ve diğer tüm batılı güçler tarafından desteklenen Demokratik Suriye güçleri ile karşı karşıya gelmesi ve silahlı çatışmanın boyutunun büyümesi ve Türkiye’nin Suriye’de giderek daha fazla askeri güç göndermek zorunda kalmasıdır. ABD ve batılı ülkeler sekiz yıldan bu yana askeri açıdan yatırım yaptığı Kürt güçlerinin yok edilmemesi adına gereken her türlü silahlı desteğini vermeye devam edeceklerdir. Böyle bir savaş Türk ordusunun çok ağır zayiatlar vermesine sebep olacaktır. 1979 yılında Afganistan’a giren Sovyet Kızıl Ordusu Afganistan’daki ABD destekli mücahitlerle 10 yıl savaşmış ve bunun sonucunda 1989 yılında Afganistan’dan geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Nitekim ABD 18 yıldan beri Afganistan’da Taliban ile savaşmakta fakat Taliban’ı askeri açıdan yenilgiye uğratamamıştır. Askeri tarih açısından bu örnekler önümüzde durur iken Türkiye’nin sonu gelmez bir askeri maceraya atılmaması aklı selimin gereğidir. Ayrıca Türkiye Kuzey Suriye’de her şeye rağmen bir askeri hakimiyet kursa dahi önümüzdeki dönemde Rusya, Suriye Rejimi, İran ve Trump sonrası ABD yönetimi tarafından işgalci bir güç olarak görülme ihtimali çok güçlüdür. Nitekim Rusya adına yapılan açıklamada Türkiye’nin süresi belli ve sınırlı bir askeri harekat yapması ve sonrasında ele geçirdiği Suriye topraklarının rejime iade edilmesi gerektiği belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere ne küresel güçler olan ABD ve Rusya ne de bölgesel güçler olan İran, Suriye, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır ve tüm Arap Birliği ülkeleri Türkiye’nin Kuzey Suriye politikasının karşısındadır. Türkiye askeri ve ekonomik açıdan bu derece geniş bir karşıt cepheye karşı koyamaz bu sebeple Türkiye ilerleyen günlerde Kuzey Suriye harekatı noktasında hedeflediklerini tekrar gözden geçirmeli ve buna göre hamle yapmalıdır. Türkiye maalesef bugünkü görüntü itibarıyla Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma durumunu yaşama tehlikesi ile baş başadır. Bunun olmaması adına halk nazarında ne derece hamasi duygular hakim olsa da devlet yönetimi katında stratejik aklın hakim olması gerekmektedir. Stratejik akıldan yoksun bir biçimde bu süreci yönetilmesi bizleri tarihimize kara bir sayfa olarak geçen Balkan Savaşı bozgunu günlerine benzer günler yaşamamıza vesile olabilir. Ünlü İngiliz Düşünür Edmund Burke’un şu sözünü bugünlerde daha fazla hatırlamak durumundayız:” Tarihi bilmeyenler onu tekrar yaşamaya mahkumdur.”