Körfez Savaşı olarak da bilinen Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayıp, dünyanın sözüm ona jandarmalığını üstelenen ABD’nin Kuveyt’i kurtarma mücadelesi (!) ile başladı her şey Ortadoğu’da…
Çocukluk yıllarımızda belki de hafızalarımıza savaşı kazıyan, şahitlik ettiğimiz en bariz olaydı Körfez Savaşı.
Sonucunun aslında İkinci Körfez Savaşı ve devamında Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesine uzanan süreç, bugün Ortadoğu’yu kaynayan bir kazana dönüştürdü. O kazanda çok parçalı ülkeler, parçalar içerisinde asimile edilmesi, yok edilmesi, topraklarından koparılması planlanan bir Türkmen varlığı.
Geldiğimiz noktada üzülerek ifade ediyorum, Türkmenler’in de kendi içinde parçalandığı gerçeği çıkıyor karşımıza.
Ortadoğu’da patlayan her bombanın hedefi, istikameti, kargaşanın ulaşması istenen adres Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Böylesine bir kazandan sıçrayanları yıllarca ‘terör’ denilen bir bela olarak yaşamadık mı?
Ne vakit terör denilen ülkemizde çok sayıda genç fidanının toprağa düşmesine neden olan, ülkemizin ekonomik ve sosyal hayatında derin izler bırakan ihanet silsilenin temeli Ortadoğu’da patlayan bombalarda ilintilidir.
Geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ortadoğu kazanından kaçan mazlumların sığınma limanı oldu.
Tarihinde her ne pahasına olursa olsun mazlumlara kucak açan bir dinin (Ensar-Muhacir İlişkisi) temsilcisi olan Türk, son 30-40 yılda Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerin mazlumlarına kucak açtı.
Türkiye bulunduğu konum itibari ile kayıt dışı yani Avrupa’ya gitme hayali kuran mültecilerin de geçiş güzergahı oldu.
Ve geldiğimiz noktada son 30-40 yılda artık ülkemizde istesek de istemesek de varlıkları ile hayatımızın tam içinde olan farklı milletlerden hatta dinlerden insanlar var.
MÜLTECİ SİYASETİNİN AMACINI MASUN GÖRMÜYORUM
Kısa bir süre önce kurduğu Zafer Partisi Genel Başkanlığı ile Türkiye’nin tanımaya başladığı bir isim oldu Ümit Özdağ…
Ülkücü cenah ‘Ümit Özdağ’ ismini MHP, sonrasında İYİ Parti’den çok iyi tanır.
Yakın zamanda Yozgat ziyaretinde Çamlık Medya’yı da ziyaret eden Özdağ, ülkücü efsane olarak bilinirdi.
Şimdilerde garip bir mülteci davası ile çıktı karşımıza.
Dinlerin, ırkların, milletlerin ayrılıkları üzerinden ülkemizde ne vakit siyaset yürütülmüş o vakit kan, gözyaşı ve kaos yaşanmış.
Devletin, yani siyasi iktidarın mülteci politikasını eleştirmek, eksiklerini gündeme getirmek, fikir katkısında bulunmakla ülkesinde kaos oluşturacak söylemlerde bulunmak yerine kışkırtma politikası yürütmek Ülkücü kimliği ile tanıdığımız Ümit Özdağ’a yakışmadı!
Özdağ’ın söylemleri, ortaya koyduğu eylemler, duruş; maalesef siyasi mazisiyle tezatlık oluşturuyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yaşadığı polemik, ortaya koyduğu siyasi savların maksadını açık seçik ortaya koydu.
Bakan Soylu’nun Özdağ hakkında sarf ettiği sözleri mübah gösterme niyetinde değilim ve talihsizlik olarak yorumluyorum.
Sayın Özdağ’ın, mülteciler üzerinden yürüttüğü politikalar öylesine kışkırtıcı ve reklam içerikli ki, geldiğimiz noktada devletin bakanı ile seviyesi yerlerde gezen diyaloğa şaşırmamak gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mülteci politikasını eleştirmek, eksiklerini ortaya koymak, fikir sunmakla ayrılıklar üzerinden kışkırtma politikası yürütmek, siyasi reklam, siyasi rant beklentisi ile hareket etmek arasında dağlar kadar fark var.
Ümit Özdağ, ortaya koyduğu söylemlerle Ülkücü geçmişine yakışmayan bir görüntü sergilemişti.
Milletin hassasiyetleri üzerinden şiddet eğilimi doğuracak politika politika değil bilakis devletin üniter yapısına dinamit koymaktır.
Devletin, bu söylemler üzerinden bir anda mültecileri kapı dışarı etmekle varsa sorunu çözüme kavuşturmaya çalışmasını da doğru bulmuyorum.