O; İslâm’ın topyekûn bir hayat nizâmı olarak kabul edilmesi ve her hâlimizin Hakk’a tâbî olması gerektiğini mükerreren ifâde eden; İslâm’ı hayatımıza göre değil, hayatımızı İslâm’a göre tanzîm ve târif etme mecbûriyet ve mükellefiyetimizi her zaman ve her zeminde açıkça belirten ve “Millî Mutabakat Çağrısı”nda; “Allah’ın birliği ve yüce Peygamberimizin risâleti dışında hiçbir Mutlak Hakikat tanımıyoruz”  diyen velî bir alperendi.

O, “Ölçü İslâm Olmalı” adlı bir yazısında; “Fikirde, fiilde, davranış ve yaşama tarzında ölçü eksiksiz olarak İslâm olmalıdır. İslâm, hayatın her safhasında ‘mutlak belirleyici’ rolünü almalı ve istikamet tâyin edici bir ibre olma vasfını kazanmalıdır.” diyerek çok net bir ölçü ortaya koyan, “İslâm’ı kimi çöle sıkıştırmak, kimi de çağa göre değiştirmek istiyor; hâlbuki İslâm bütün çağlara hitap etmektedir.” anlayışına sâhip olup, hiçbir zaman Kur’ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmayan,  Rızâ-i Bârî yolunda taşlı dikenli yolları, işkenceli hücreli zindanları, karlı fırtınalı dağları cana minnet bilen, “Fert ve cemiyet olarak gâyemiz İ’lâ-yı Kelîmetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü, hedefimiz Allah’ın rızâsına ulaşmaktır.” diyen, bu yolda mücâdele ederken şehâdet şerbetini içen ve “Bir dâvâya inanmak, bedelini ödemeye baştan hazır olmaktır.” anlayışını hayatıyla ortaya koyan ülkücü gençliğin efsânevî lideriydi. 

O;  Allah(c.c.)’a ve Resûlullah(s.a.v.)’a bütün kalbiyle bağlanan, yüreğinde dağ gibi bir îmân taşıyan, “üsve-i hasene”  olan Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v.)’in Sünnet-i Seniyyelerini sertâç edip,  “alâ huluku’l-azîm” olan Muhâmmedî ahlâkın nâmütenâhî güzelliklerini hâl ve hareketlerine yansıtan; gönlünde ismet ve iffeti yaşatan, rûhunu izzet ve saffetle kuşatan, kalbini ülfet ve muhabbetle ışıtan, inandığı gibi yaşayan ve “Bir gayeye ulaşmak isteyen insan, gâyesine uygun hareket etmek mecburiyetindedir.”, “Dâvâ adamı, karşı olduğu düzen içinde, getirmek istediği nizâmın ölçülerini yaşayan, düzene karşı olmanın getireceği rizikoları göze alan, bu sebeple zulme uğrayacağını bilerek çileye hazır olan insandır.” diyen ve inanç değerleri için ölümüne mücâdele ederken ideâllerinden aslâ tâviz vermeyen, zinhâr bedel ödemekten çekinmeyen -kelimenin kâmil mânâsıyla-  tam bir serdengeçtiydi.

O; “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol”mak için âhiret merkezli bir hayat yaşayan, ölümü hayâtın merkezine koyan;  aklın ışığının fen, kalbin nûrunun din ilimleri olduğunu bilen, fakat bütün idrâkini beş duyunun sınırları içine hapsetmeyen, madde ile mânânın, ilim ile îmânın, akıl ile kalbin, kalem ile kılıcın, alın teriyle duânın terkibinin yapılması ve küllî bir tefekkür şuuru oluşturulması gerektiğine inanan; tefekkürün îmânı, îmânın teslîmiyeti, teslîmiyetin tevekkülü, tevekkülün de “Hasbün Allâhu ve ni’mel vekil”  diyerek her işte Allah(c.c.)’ı vekil tutma şuurunu zihnine ve gönlüne nakşeden, Rabbimizin rızâsına ermek maksadıyla, Ehl-i Beyt sevgisini Ehl-i Sünnet anlayışıyla tebellür ettiren 21. asrın çağdaş bir “Yesi Güvercini”ydi.

O; “Allah, vatan ve bayrak” için bir ömür adayan; “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”  hadîsini her zaman ve her şartta hayatına uygulayan,  olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan ve hiçbir zaman çizgisinde kırıklık olmayan;  “Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz, dik duracağız, doğru gideceğiz.” diyerek “Sırât-ı mustakîm”in Türkçe târifini ortaya koyan;   vezinsiz bir dünyada yaşayan, fakat hayatın “Gül” kokulu kâfiyesi olmak isteyen, hem başı dik dağın, hem de boynu bükük menekşenin hâlet-i rûhiyesiyle temâyüz eden muttakî bir mü’mindi. 

O; varlık sebebimiz ve hayat gâyemiz olan Müslümanlığımızla, hayatın gerçeği olan Türklüğümüzü dînî, millî ve ilmî bir çerçevede mezceden; “ Türk’ün ruh köküne bağlı”  olan;  “Bir elinde Kur’ân, bir elinde bilgisayar bulunan” ve Necip Fâzıl tarafından; “Dışı pırıl pırıl Türk, içi alev alev İslâm; içi dışına hâkim, dışı içine köle”  diye vasfedilen ülkücü  alperenlerin yetişmesi için durup dinlenmeden gayret gösteren; secde-i Rahman’da iki büklüm olurken; söz konusu “mukaddesât, vatan,  millet,  adâlet ve hürriyet” olunca vakar ve asâletine yakışır bir “Elif” kıyâmıyla kükreyerek; “Kan dökmeyi seven bir millet değiliz; ancak söz konusu vatan ise dünyanın şah damarını keseriz!”  diye gök kubbeyi inleten ve “Türk, ata bindiğinde Alparslan’dır, Yavuz’dur; attan indiğinde ise Mevlânâ’dır, Yunus’tur.”  gerçeğini devamlı dile getiren gani gönüllü ve “kırk çatal yürekli”  gerçek bir mücâhitti.

O; “Türklük bedenimiz, İslâmiyet ruhumuzdur, ruhsuz beden cesettir.” diye özetlenen, “metbûluğu rûha, tâbîliği bedene veren” bu sebeple de; “İslâm hassâsiyeti olmayan milliyetçiliğin içi boştur.” diyen, milliyetçiliğe göre İslâm’ı değil, İslâm’a göre milliyetçiliği tarif eden; “..Mü’minler ancak kardeştirler..” âyet-i kerîmesine, “Hubbü’l vatân mine’l-îman”, “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz” temel kâidesine ve “Ne Arap’ın Aceme, ne beyazın siyaha üstünlüğünün bulunmadığı, üstünlüğün yalnız takvâda olduğu” Nebevî ölçülerine, yâni sınırlarını Kur’ân ve Sünnet’in çizdiği İslâm parantezindeki milliyetçilik anlayışına bağlı olan ve birilerinin kulağının iyice duyması için de; “Biz Türk’üm demenin potansiyel suç, Müslümanım demenin nostalji sayıldığı bu dünyada; inadına Türk, inadına Müslümanız!”  diye haykıran Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın beşik kertmesi ve ideâlizmin son efsânesiydi.

O; “milletin vicdanı” diye târif ettiği milliyetçiliği; ideolojik bir şablon değil, kültür vasatında şekillenen sosyolojik bir gerçek, ümmet içindeki milletlerin bayrak yarışı, medeniyet iddiasıyla şekillenen âlemşümul bir düşünce sistemi; inanç, kültür ve tarih temelli bir mensubiyet şuuru olarak gören; “Bizim milliyetçiliğimiz ete, kemiğe, kana veya ırka değil, kültüre dayanır. Bizim milliyetçiliğimiz ayırıcı değil birleştirici, çatışmacı değil barıştırıcıdır.”, “Bizim milliyetçilik anlayışımızın, Batı’da örneklerini gördüğümüz biyolojik ırkçılıkla hiçbir ilgisi yoktur.”  diyen, milliyetçiliği; “Bir milletin başka milletlerden farklı olan kültür, inanç ve medeniyet özelliklerinin korunması, geliştirilmesi ve bağımsız yaşama irâdesidir. Millî bağımsızlık yoksa milliyetçilik de yoktur.”  diye ifâde eden; “Biz; üniter devletten, Ay Yıldızlı bayrağımızdan, resmî dilimiz Türkçeden tâviz vermeyiz.”  temel ilkesini yüksek sesle dile getiren ve “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar güçlü, kaynaşmış ve birleşmiş bir Türk Dünyası ve Türk-İslâm birliği hayâl ediyorum” diye bütün cihana seslenen Tûran düşünceli bir ülkü deviydi.

Devamı yarın