Eylül 1906’da Binbaşı Enver Bey de -o devirdeki istibdattan ve kötü gidişattan müşteki olan bütün Osmanlı aydınlarının ve subaylarının dâhil olduğu- “Cemiyet-i Mukaddese” diye de anılan Selânik’teki “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ne girdi. Bir askerî öğrencinin 1907 yılında yazdığı mektupta belirttiği üzre; “Maksadımız tekâmüle merbut olmak değil, onu silah ile, ölüm ile, kan ile ta’cil etmektir.. ..Yâre-i vatanın devâsı silah ve baruttur..” stratejisi etrafında şekillenen ve ilk ismi “İttihâd-ı Osmânî” olan, daha sonra “İttihat ve Terakkî Cemiyeti” adını alan bu teşekkül, daha doğrusu askerler, aydınlar ve her türlü siyâsî düşünceye mensup birbirine benzemez kişilerden oluşan “Cemiyet’in de ötesinde askerî bir dikta yönetimi”nin üç önemli isminden birisi oldu…
İttihat ve Terakkî’nin başlattığı ihtilâl hareketleri içinde yer alan Binbaşı Enver Bey, bu Cemiyet’in askeri kanadının en önemli isimlerinden birisi oldu. 9 Haziran 1908’de Estonya’nın Reval kentinde İngiltere Kralı ile Rus Çarı bir yatta buluşarak Osmanlı Devleti’nin paylaşım plânını yaparlar. Reval görüşmelerinin yapıldığı günlerde, ileride Meşrûtiyet’in îlan edilmesiyle birlikte “Kahraman-ı hürriyet” diye vasfedilecek olan Binbaşı Enver Bey askerî üniformasından soyundu, çevresine topladığı yönetime muhâlif Osmanlılarla birlikte 24 Haziran 1908 akşamı dağa çıktı ve ihtilâlde öncü rolü oynadı. Bu arada birçok Osmanlı subayı Meşrûtiyet’in îlan edilmesi için harekete geçti ve İttihat Terakkî Cemiyeti’nin de organizasyonuyla bir halk ayaklanması organize edildi.
Gelişen olayların sükûnet bulmaması üzerine, Sultan Abdülhamid sert mücâdeleler içine girmeyi göze almadı, suyun akıntısına karşı çıkamadı ve; “Yaşlandım ve yoruldum. Suyun akıntısına gideceğim. Meşrûtiyeti her derde devâ sanıyorlar. Denesinler ve görsünler…” diyerek 23 Temmuz 1908 günü II. Meşrûtiyeti îlan etti ve tâtil edilmiş olan Meclis-i Mebusan’ı toplantıya çağırdı.
O dönemdeki münevverlerin pek çoğu; vatan sevgisiyle hareket ediyor, Saray istibdâdının hürriyetlere mânî olduğunu söylüyor, yönetimden doğan hoşnutsuzlukları gündeme getiriyor, rejim ve kanun değiştirmekle sıkıntıların son bulacağını sanıyor ve iyi niyetlerle Meşrûtiyet’i istiyordu… Dünya güç dengeleri, uluslararası siyâset ve gelişen şartlar idrâk edilmeden, pek çok Osmanlı münevveri; “Her derdin devâsının Kânûn-i Esâsî olduğunu” zannediyordu. Meşrûtiyet îlan edilince bir sihirli değnek gibi her türlü iç mesele hâlledilecek, Osmanlı’dan ayrılmak isteyen azınlıklar bu arzularından vaz geçecek, devletin ve milletin her türlü sıkıntısı ortadan kalkacaktı. İttihatçıların, bu “hayâl-i şâirânelerinin” nelere mâlolduğu çok kısa süre içinde görülecek, ancak Sultan Abdülhamid Han’ın dediği gibi, “bahâsı da çok ağır olacaktı.”
23 Ağustos 1908’de Rumeli Vilâyeti Müfettişliği refâkatine verilen Binbaşı Enver Bey, 5 Mart 1909’da Berlin Askerî Ataşesi olarak görevlendirildi. 3. Ordu’dan getirilip Taşkışla’ya yerleştirilen üç Avcı Taburu’nun ayaklanması üzerine 13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) günü tarihe “31 Mart Vak’ası” olarak geçen olaylar üzerine yurda dönen Enver Bey, isyanı bastırmak üzere Selanik’ten İstanbul’a giden ve komutanlığını Mahmud Şevket Paşa’nın üstlendiği “Hareket Ordusu”na katıldı. 23 Nisan’da Hareket Ordusu İstanbul’a doğru ilerlemeye başlayınca, Padişah Abdülhamid Han İslâm Ordusu’nun birbiriyle vuruşmasına râzı olmadığı için, bâzı birliklerin direnme ihtimâline karşı; “Askerlerimiz sakın kurşun atmasınlar, eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar!” diye ferman buyurdu. Enver Bey, isyan bastırıldıktan sonra tekrar Berlin’deki vazifesine geri döndü. Ve maalesef 27 Nisan 1909 günü Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı, çok büyük ve târihî bir hatâ yaparak Sultan Abdülhamid Han’ı tahttan indirme kararı aldı.
Devamı yarın