Ruh hamurkârları tarafından gönülleri imar edilmiş yiğitlerin “gün akşama yaslanmadan” dile gelen sevdaları, “kahır götürmez yaralı yüreklere” tercüman olarak Sürmeli’de tebellür etmiştir. Bu mânâda, Bozok’ta tevatür bir hikâyenin adıdır Sürmeli Bey ve Senem hikâyesi. Şurası bir hakikattir, aşk hikâyelerinin en güzellerindendir Sürmeli Bey ve Senem hikâyesi. Sevdalar, Bozok ellerinde onun adında destanlaşır, ervah-ı ezeldeki takdir hükmünce. Tıpkı, Leylâ ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin gibi!.. Hikâye olunur ki:Sürmeli Bey genç, yakışıklı ve yağız bir delikanlıdır. Bir bey oğludur ve töre hükmünce beyin oğlu da beydir. Sürmeli Bey, kaderin bir cilvesi olarak küçük yaşta babadan yetim kalır. Gözleri de kudretten sürmelidir. Bu ilahî armağanla Sürmeli Bey diye şöhreti yayılmış bir Türkmen yiğididir. Sürmeli Bey, civar halkı tarafından çok sevilir ve yaylalarda sürüsünün peşinde günlerini geçirir “Hak’tan yozuna yoz katması” niyazı ile. Sürmeli Bey pîr elinden bâde içmiş bir âşıktır aynı zamanda. Sazından ve sözünden, yüreğinden kopup gelen içli nağmeler dökülür. An gelir, bir gönül yangınına düşer Sürmeli Bey. Rüyasında, Bozok yaylalarında kısmet gözleyen bir Türkmen güzeli olan Senem gösterilmiştir. Ezeldeki yazgı tecelli etmiştir. Senem’de rüyasında Sürmeli Bey’i görmüştür. Nerede karşılaşırlar bilinmez, karşılaştıklarında Sürmeli Bey ve Senem birbirlerini tanırlar. Bu karşılaşma ile yaman bir sevdanın ateşi tutuşur. Dönülmez bir yolda olan bu iki sevdalı kavilleşir, can pahasına dönmemesine. Sürmeli Bey, Allah emri ve Peygamber kavlince Senem’i babasından istetir ve firakın visale dönmesi için niyaza başlar… Gel gör ki, Senem’in babası, ceberrut ve mağrur bir Türkmen beyi olan Mestan Bey’dir! Mestan Bey, hanesinde misafir olan dünürcülerin lafı ağızlarında bırakır, gerçi yok demenin de bir yakışığı var, ama o, dünürcüleri tersleyip, geldikleri gibi gönderir. Koca Mestan, ısrarların artması üzerine: “O çocuğun umur-ı hâriciyesi zayıftır. Edebi, erkânı, töreyi ve misafir ağırlamayı bilmez. Ata olacak ki, umur-ı hariciye görsün de bellesin. Ben baba yetimine kız vermem. Daha söyletmen beni! Öyle her gelene verilecek kızım yok benim.” diye celâllenir ve kestirir atar. Mesele onun için açılmadan kapanmıştır artık.Sürmeli Bey, Hak Erenleri’ne müracaat eder; ağaları, beyleri, gün görmüş, umur görmüş ak sakallı kocaları Mestan Bey’e salar. Fakat nafile! Bir türlü olmaz hayır işi... Çok uğraşılsa da Mestan Bey’in gönlünü kimse yapamaz ve rızası alınamaz. İş, uzadıkça uzar... Sürmeli Bey dert sahibi olur ve sürüsünü bırakır. İçindeki yangın gün be gün artar, hicran ateşinde kavrulur!.. Yaylaların yükseklerinde gezerken, yolu Bozok’un en güzel yerlerinden Çamlık’a düşer ve Çamlık’ta Beş Çamlar’ı kendine mekân tutar. Burası bambaşka bir yerdir. Çamlar dahi ona sevdasını fısıldamaktadır. Sevdası, sazında söze gelen Sürmeli Bey, muhabbet ocağında yanar ve küle döner… Bir zaman böylece devam eder. Sürmeli Bey’in gönül yangını daha da artar. Çamlık’taki geyikler, kurtlar, kuşlar sırdaşı olur. Sürmeli Bey’in sevdası gönülden gönüle, kulaktan kulağa yayılmakta, söylediği nağmeler unutulmamaktadır.Ve bir garip tecellî olur… Sürmeli Bey, Çamlık’ın tepesinde Horasan Erenleri’nden Sarı Baba’nın sırlandığı Yatır’ın yakınında bir yerde derdini söylerken bir zuhûrat olur; bu zuhûrattan sonra ise sır olur. Bir daha da gören olmaz Sürmeli Bey’i… O gün bugündür Sürmeli Bey görülmemiştir… Senem’de gün be gün erir, için için yanar, dert, onu da tüketir. Ve nihayet nefesten kesilir. Mestan Bey’e de kızının acısı ve kahrı kalır... Gün görmüş, umur görmüş ak sakallı kocalar, ak pürçekli analar, böylece anlatırlar Sürmeli Bey ve Senem’in destanlaşan sevdasını!... Nesilden nesile…Yozgat Sürmeli ÇeşitlemeleriOrtak bir şuurun eseri olan Sürmeliler, dinmeyen bir yürek yangınını, Sürmeli gözlerden çağıldayıp gelen göz yaşlarını ifade eder. Geleneğin sahih kıvamı, bu ifadenin tarzını bereketlendirmiştir. Ortaya çıkan nağmeler ise üslûp harikası bir güzellikler demeti olarak gönül hanesinin Sürmeli süsü olmuştur Bozoklu canlar için. Sürmeli denilince akla ilk gelendir Çamlık. Sürmeli Bey’in sır olup Kırklara karıştığı yer olan Çamlık, Âşık Kerem’den yadigârdır. En bariz vasıfları, şecaat, metanet, kanaat, muhabbet, mehabet, hasret, ciddiyet ve asalet olan muhabbet fedailerinin nasiplendiği ve nefeslendiği Bozok’ta ve erenler duası, pîrler himmeti ile adına Yozgat denilen “güler yüzlü şehir”de, sırrında sadık, ahdinde sabit olmak tabiî meslektir. Bu hâlete bürünmüş her bir yiğit, Soğluk Dağı’nda adına Çamlıkdenilen bir güzel mekânı ihtiyar eder. Çünkü Çamlık başı dumanlı yiğitler için derûnu aşikâre dillendirmek ve bambaşka bir hâletle mest olmak için en doğru tercihtir. İşte bunun tesiriyledir ki, “Çamlığın da başında bir tütün tüter, acı çekmeyen yüreği bütünlere” nisbet edercesine… her daim…Aynı zamanda Çamlık, Horasan Erenleri’nden Sarı Baba’nın Bozok diyarını kıyamete dek beklediği kutlu bir mekândır. Erenler himmeti ile gönülleri imar edilmiş edebten nasipli yiğitler ve Çamlık, iki sırdaştır. Bu mutahhar sır ile Çamlık, Sürmeli safâlar sürsün diye içli bir gönül nağmesi olarak Sürmeli olur yiğitlerin dilinde. Çamlık, aziz-i vakt olan müeddeb yiğitlerin nefeslendikleri bir atmosferdir ve “Yedi cerrah gelse iyi olmayan yaralara” dermandır, uşşaka tercümandır. İşte bu kavil üzre başı dumanlı Çamlık, hâlimizi arz ettiğimiz Yüceler Yücesi’ne bulunduğumuz niyazımıza, hâl diliyle “âmin” diyen bir sırdaştır adeta.Hikâye bu ya:Âşık Kerem, yaman bir hasretin divanesi olarak yollara düşer. Beraberinde, can yoldaşı, sırdaşı, dert ortağı Sofu olduğu hâlde, diyar diyar dolaşıp, sevdası ile yandığı Aslı Han’ı ararken Yozgat’a uğrar. Kurda kuşa, dağdaki geyiklere, hâlden bilen Âdem oğluna Aslı Han’ı sorar. Fakat bu suâline karşılık, sadrına şifa bir cevap alamaz. Âşık Kerem’e Aslı’dan bir haber veren çıkmaz. Bunun üzerine Âşık Kerem şöyle niyaz eder:Hey Erenler hangi derde yanayımYitirdim Aslı’mı gören olmadıPervaneye döndüm yandım tutuştumYandım alevimi gören olmadıKerem der ki dağ başına oturdumDerdim elli iken yüze yetirdimLokman Hekim gibi cerrah getirdimŞu benim derdimden bilen olmadıVe Âşık Kerem, Çamlık’ın bulunduğu dik yamaca bir fidan diker: “Bu çamdan nice çamlar filizlenir koru olur, sonra da hep bizi söyler, bizi fısıldar.” niyazında bulunarak Aslı Han’ın peşi sıra yollara düşer. Zaman gelir, dikilen fidan filizlenir, büyür ve Çamlık olur. Niyazın tahakkuku ise bir sürmeli safâ olur. O gün bugündür, hafif bir yel esse, Çamlık, sevda türküleri söyler, Âşık Kerem ile Aslı Han’ın hatırasını fısıldar. Çamlık’ta nefes aldıktan sonra Sürmeli çeşitlemelerine bir muhabbet nazarı kademli olacaktır:Bozok ve merkez noktası Yozgat, güçlü bir mûsıkî damarına sahiptir ve türküler, Bozoklu Türkmen’in hayatının nağmelerdeki adıdır ve her dem taze ve kendini yenileyen bir şuurun eseridir. Her bölgeden türkü çıkmaz. Hele Sürmeli hiç çıkmaz. İşte bu sebebin tabiî bir neticesi olarak: “Türkü Yozgat’ta doğar” denilmiştir. Sürmeli çeşitlemelerindeki şiiriyet, mûsikîsindeki sade ve saf güzellik, bu müstesna eserlere ciddi bir ayrıcalık kazandırmıştır. Hemen hepsinde ortak olan hususlardan biri, bağlantı ve saza teslimlerde Sürmelim sözünün vazgeçilmezliğidir. Yozgat’ta yakılan ve yakan türküler arasında Sürmeliler gerçek bir türkü kılasiğidir. Her biri ayrı bir çilenin yansıdığı hikâyelerin mısralardaki destanıdır ve kendine has o müstesna üslûp içinde hâkimiyet tesis etmiş bir gönül nağmesidir. Geleneğe alem olmuş efsanevî Sürmeli Bey ve Senem hikâyesinden sonra, aynı billûr kıvamı takip ederek, zaman, yeni hikâyeler çerçevesinde yeni Sürmeli dörtlüklerinin doğuşuna şahit olmuştur. Sürmeliler, mevzu çeşitliliği bakımından bir hayli zengindir ve dörtlüklerden hareketle Yozgat şehir merkezinde, Kanak civarında ya da Bozok’un bir başka köşesinde Sürmeli’ye ait izler sürülebilmektedir. Yozgat türkülerinin tamamında Sürmelilerin ciddiyeti, muhabbeti, ağır başlı ama sade üslûbu göze çarpar. Her Sürmeli dörtlüğünde kendine has bir estetik ayrıcalık ve güçlü bir ifade gücü vardır.Bugün için elimizde tevarüs ettiğimiz zenginliğimiz olan Sürmeli dörtlüklerinin derlenmesi, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu yönetiminde bir ilmî heyet tarafından 1946’da yapılan ağız derleme çalışmaları sırasında Yozgat’tan Feyyaz Akgüller’den derlenen bir metinle başlamıştır. Ancak bu metin; bir kırkambar misali, anonim türkü sözleri, âşık tarzı ve kalem şuarasının izleri ve ağıt sözlerinin çok bariz bir yansımasıdır. Bundan sonrasında ise adeta mahallî bir hâfıza olan Yılmaz Göksoy (d. 1931 v. 2017), Tamer Önder, Prof. Dr. Bayram Durbilmez ve bilhassa “beş yüz” kadar dörtlüğü neşreden Ertuğrul Kapusuzoğlu tarafından devam ettirilmiş derleme çalışmaları millî folklorumuz için ciddî bir kazanımdır.Sürmeliler Yozgat ve çevresinde bir çeşitlemedir: “Dersini almış da ediyor ezber, Sabahınan esen seher yeli mi, Yaz gelirse sarı çiğdem uyanır, Yozgat pınarında yudum elimi, Kanatlı kapının demir sürgüsü, Çamlığın başında tüter bir tütün, Hastane önünde incir ağacı, Yeşil ayna, Asker yolu beklerim, Bir çift turna gördüm, Eydim kavak dalını, Gam gasevet keder, Mihrican mı değdi…” ve daha pek çok nağme, ihtişamın zirvesinde taht kurmuş türkü klasiklerimizdir. Söze, sürme çekip Sürmeli çeşitlemelerinden bir demeti arz edelim:Dersini almış da ediyor ezberSürmeli gözlerin sürmeyi neylerBu dert beni iflah etmez del’eylerBenim dert çekmeye dermanım mı varKaşın çeğmellenmiş kirpik üstüneHavada buludun ağdığı giziÇiğ düşmüş de gül sineler ıslanmışYağmurun güllere yağdığı gibiYozgad’ı sel almış Soğluğu dumanSıtkınan seviyom billâhi inanÖlüp de mezere girdiğim zamanBen susuyum kemiklerim söylesin* * *Sabahınan esen seher yeli miBenim gönlüm divane mi deli miDurup durup yâr göğsünü geçirirYoksa bugün ayrılığın günümüGel yâr senin ile bir kavl edelimKavilden karardan dönmemesineİkimiz bir dala yuva yapalımBaşka daldan dala konmamasına* * *Yozgat pınarında yudum elimKime arz edeyim garip hâlimiGurbete yolladım nazlı yârimiYa ben ağlamayım kimler ağlasın* * *Bir çift turna gördüm durur dallardaSeversen Mevlâ’yı kalma yollardaSizi bekleyen var bizim ellerdeBizim ele doğru gidin turnalarTurnam dertli öttün derdimi deştinEl vurdun yâremin başını açtınEşinden m’ayrıldın yolun mu şaştınBizim ele doğru gidin turnalarFazla gitmen Deremum’a varıncaSelâm söylen eşe dosta soruncaSağ selâmet menziliniz alıncaBenden yâre selâm edin turnalar* * *Mihrican mı değdi gülün mü solduGel ağlama garip bülbül ağlamaFelek baştan başa kimi güldürdüGel ağlama garip bülbül ağlamaŞakı benim şeyda bülbülüm şakıBu dünya kimseye kalır mı bakîSana da mı değdi feleğin okuGel ağlama garip bülbül ağlamaGonca gül açılır har ile geçerDertlilerin ömrü zar ile geçerTurâbî bîçâre serinden geçerGel ağlama garip bülbül ağlama* * *Yaz gelirse sarı çiğdem uyanırMor menevşe pembe güle dayanırMeyve bile dallarına güvenirMeyve dalı kadar hükmüm yoğumuşSarı çiğdem mor menevşe zamanıKaldır dağlar başındaki dumanıYine geldi ayrılığın zamanıYa ben ağlamayım kimler ağlasın* * *Gam gasevet keder yok olur giderSevdiğimin cemâlini görüncePerişan gönlümü şen mamur ederSevdiğimin cemâlini görünceSeversen Mevlâ’yı açma yâremi dostGülüstan açılır şakır bülbülüAçılır bahçede tomurcuk gülüMedh-i yâri söyler şâd olur diliGül yüzlümün cemâlini görünceSeversen Mevlâ’yı açma yâremi dost* * *Çamlığın başında tüter bir tütünAcı çekmeyenin yüreği bütünZiya’mın atını pazara tutunGelen geçen Ziya’m ölmüş desinlerAt üstünde kuşlar gibi dönen yârKendi gidip ahbapları kalan yârBenim yârim yaylalarda otururAk ellerin soğuk suya batırırDemedim mi nazlı yârim ben sanaÇok ayrılık tez ayrılık getirirAt üstünde kuşlar gibi dönen yârKendi gidip ahbapları kalan yârHam meyvayı kopardılar dalındanBeni ayırdılar nazlı yârimdenEğer yârim tutmaz ise dalımdanOnun için açık gider gözlerimAt üstünde kuşlar gibi dönen yârKendi gidip ahbapları kalan yârYozgat yaylasında bir garip kuşumElveda sizlere akrabam eşimDoymadım dünyaya onsekiz yaşımOnun için açık gider gözlerimAt üstünde kuşlar gibi dönen yârKendi gidip ahbapları kalan yârYüküm kervan yükü savran gidiyorSürmedim sefâyı devran gidiyorZiya’m ciridine kurban gidiyorOnun için kapanmıyor gözlerimAt üstünde kuşlar gibi dönen yârKendi gidip ahbapları kalan yâr* * *Hastane önünde incir ağacıDoktor bulamadı bana ilacıBaş tabip geliyor zehirden acıGarip kaldım yüreğime dert olduEllerin vatanı bana yurt olduMezerimi kazın kazın bayıra düzeYönümü çevirin sıladan yüzeBenden selâm söylen o hayırsızaBaşına koysun karalar bağlasınGurbet elde kaldım diye ağlasın* * *Eğdim kavak dalınıDöktüm yapraklarınıNazlı yâre ayırdımGönül konaklarınıHaydi yavrum çınarımDallarına konarımBir kötüye düşersemAhretece yanarımPortakal dilim dilimGel otur benim gülümNe dedimde darıldınLâl olsun ağzım dilimHaydi yavrum çınarımDallarına konarımBir kötüye düşersemAhretece yanarım* * *Yıldız akşamdan doğarsınDağlara boyun eğersinBen gibi yâr mı seversinDoğmayaydın mavi yıldızYıldızlardan ürüşansınBenim gibi perişansınYârdan bana bir nişansınDoğmayaydın mavi yıldız