“Simit almak için sıraya girdim. Sıra çok kalabalıktı. Yirmi dakika kadar sırada kaldım. Hemen önümde bir kız çocuğu ve babası vardı. Babası gömlek düğmelerini boğazına kadar düğmelemişti. Tertemiz giyimli ancak kıyafetleri eskiydi. Ayakkabıları da kösele, eski ve yazlıktı.

Anladım ki: Güngörmüş bir adam...
Çocuk iki de bir ‘’Hadi baba, acıktım gelmedi mi sıra bize daha’’ diye söylenip duruyordu...

Sonunda sıra onlara geldi. Adam bir simit istedi. Çocuk ısrar etti: ‘’Baba, ben tahinliden de istiyorum’’ diye.
Babası "sus!" dercesine sessizce kaşlarını kaldırdı, ‘’Olmaz!’’ demek istedi.

Birkaç bozuk para uzatırken paranın bir tanesini yere düşürdü, para tezgâhın altına gitti. Adam diz çöküp almaya çalıştı ama ulaşamadı. Simitçi, müdahale etti:

‘’Boş ver be abi, önemli değil!" Ben sonra alırım dedi. Çocuğun babası kısık sesle:

“Abi başka paramız yok, eksik kaldı. Hakkını helal et!’’ deyince, simitçi:
“Oturun sehpaya biraz; sıcak çıkınca ben getireceğim’’ dedi.
Adam eksik para vermiş olmanın mahcubiyeti ile en köşeye oturdu, çocuk da yanına...

Ben de o arada simidimi aldım yan masalarına oturdum. Çay söyledim, zeytin de koydular yanına.
Onları göz ucuyla takip de ediyorumdum; simitçi kızacak mı, ne yapacak acaba diye.

Neyse, çok geçmeden geldi bizim simitçi, içerden masaya doğru.
İki tabak yapmış, ama çok özel.
Tabakların içine her şeyden koymuştu.
Çocuğun istediği tahinliden de. Simit, börek, tatlılardan da unutmamış; silme iki tabak doldurmuştu.

Üç de çay geldi, simitçi de tabureye oturdu. Ben pür dikkat onları izliyorumdum. Kendi kendime: “adam kaç yıllık esnaf anlamış tabi” dedim.
Kim dilenci, kim aç kalmış, biliyor ve yanılmıyor, diye içimden geçirdim.

Derin bir sohbete daldılar, bu arada tekrar tekrar çay geldi içtiler. Sonra baktım; simitçi, biraz kâğıt para çıkardı; çaktırmadan adamın gömlek cebine koyuverdi.

“Yarın gel işine başla!" dediğini duydum. Kısmete bak dedim. Adam parayı düşürdü diye üzüldüğü tezgâh, şimdi ekmek parası kazanacağı dükkân olacak. dedim: Allah’ın adaletine bak ! diye de merak içinde düşünmeye başladım.

Neyse onlar kalkıp gidince, meraktan öleceğim sanki? Hemen yanaştım simitçiye: “Patron! Seni tebrik ederim" dedim.

Hiç rencide etmeden babası ile küçük kızın karnını doyurdun. Kimseye göstermeden de cebine üç-beş para bıraktın: Allah Razı olsun, sayınızı çoğaltsın, ne iyi adamsın!’’ dedim. Onu yürekten kutladığımı ifade etmek istedim.

"Sağol!" dedi simitçi. Ona söylemedim ama, o benim ilkokul arkadaşımdı.
Ben onu tanıdım; ama o beni tanımadı.
Yarın gelince söyleyeceğim kendisine. Bunu şimdi söylesem utanır ve üzülür de işe gelmez diye söylemedim”.

Biz ortaokulda devlet yatılı okuluna giderken, babası onu özel kolejde okutuyordu. Çok zengin bir ailenin çocuğuydu.Hepimiz ona imrenerek bakardık. Ne oldu, ne yaşadı da bu hale geldi kim bilir?”... Allah kimseyi varlıktan yokluğa düşürmesin !..

Atalarımız derler ki: “Ne oldum deme ne olacağım de ve haline şükret!” Allah bilir biz ne olacağız. Rızkın kapısı ve sahibi Allah’dır dilediğine verir, dilediğinden çeker alır. Önemli olan onu hayır hasat için kullanabilmektir. Veren de Allah, alacak olan da Allah; biz kimiz ki malın emanetçisi çobanız işte...

Yazarın notu: Ne olduğun değil, ne olacağın önemli! Yeter ki içindeki insanlık yaşasın, bunun farkında olabilenler ne mutlu !...Kalın sağlıcakla...( Alıntı: Ahmet Verimcek )