Gece yarısı zamları,
Aniden gelen fiyat artışları,
Fırsatçıların vicdansızlıkları.
Hani alışmıştık, menfaatçilerin ve fırsatçıların zamlarına? Üstüne devlet zamları eklenince neye uğradığımızı şaşırdık değil mi?
ASLINDA ALIŞMIŞTIK BE…
Aslında alışmıştık değil mi?
Kredi ile güzel evler almaya, otomobil sahibi olmaya, çift maaştan birini biriktirip diğeri ile yaşamaya.
Rahatımız yerindeydi nihayetinde.
Son 20 yıla bakıyorum; vakıf destekleri, yaşlılık, engelli türünden bilumum maaş çeşitleri,
Yetmedi işsizlik maaşları.
Eskisi olmayanın yenisi olmaz der babam, bu süreçte hiç eskimiz olmadı mesela.
Ayakkabı, elektronik ve saat tamircilerinin büyük bölümü iş yokluğundan kapandı.
Terzi diye bir sanat kalmadı gibi.
Çırak yok diyoruz ya, ne çırağı usta olmayı istemedik biraz hazır gelmeye başladığında.
Masa başı olsun, maaşı kabarık, emeği hiç ama hiç olmasınlar üzerinden bir hayat biçimi belirledik kendimize.
Son model telefon alabilmek için iş aradık taksit bittiği gün vur kapısına tekmeyi.
Yozgat’ta bile fabrikalar işçi arıyor, çalışacak adam yok.
Fena alışmıştık düzene.
Allah gördüğümüzden geri koymasın lakin çıkın caddeye, çok değil bir tur atın insanlar dizilerden az önce çıkmış başrol oyuncusu gibi.
İnsanlar güzel giyinsin, rahat yaşasın, huzur dolu bir dünyaya sahip olsun ama…
Amalarımız var vesselam.
Pandemide evden dışarı kafamızı çıkaramadık; fabrikalar kapandı, üretim durdu, dünyanın fişi çekildi sanki.
Sonrasında küresel bir ekonomik kriz.
Etkiledi mi lükse ve gösterişli biraz da tembelliğe doğru giden dünyamızı.
Etkilemedi!
Hazırı, hibeyi, nereden gelirse gelsin yeter ki gelsin türünden yaşantıyı öylesine iliklerimize kadar işledik ki, bu gün yapılan zamların acısı büyük oluyor.
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi aslında, görmek istemedik, çok da inanmadık.
Dünya ekonomik darboğazın içinde inim inim inlerken Türkiye’de yaşanacak zamların biraz da seçimin etkisi ile ötelendiğini, devlet tarafından karşılandığını unuttuk.
GELELİM İMTİHANIMIZA…
Böylesine gerçekler dizisi hayatımızda sıra sıra ilerlerken tarihimize bakıyorum, iki imtihan var başımızda:
- Terör (kan-gözyaşı)
- Yokluk (Yoksulluk-muhtaçlık)
Bir şekilde bu iki unsur üzerinden ya imtihan edilmiş ya da dizayn edilmiş bir milletiz.
Hayat hep mi böyle gidecek, bir ülkenin kaderi hep mi aynı senaryolar üzerinden kader olarak önümüze sunulacak.
İmtihan dünyasında çifte imtihanlar mı yaşatılacak diye sorgulamadan da edemiyorum.
Avrupalı gibi yaşama arzusu televizyonla başlayıp sosyal medya ile hayatımızın ailemizin ta içine kadar işledi.
Avrupalı gibi yaşayıp yokluklar ve gözyaşı ile imtihan ediliyoruz.
Ve film sürekli başa dönüyor.
Sanırım son zamlar yeni bir imtihanın habercisi gibi, ama bir kez daha söylüyorum, gelecekten umutluyum; lakin devletteki liyakatsiz yapılanmalara neşter vurulmazsa israf ve gözümüzün görmediği talan bu milletin hakkını heba etmeye, çocuklarımızın yarınlarını imtihanlara bağlamaya devam edecek.