Anadolu’nun fethi, mânâ sırrını kendi içinde taşıyan muhteşem bir mûcize...
Bu mübârek toprakların tapusunun Türk milletine verilip, “Anadolu’nun vatan olmaya başlaması” lütf-u İlâhî bize...
Bu fethin derûnî mânâsını hakkıyla idrâk etmek, istikbâle dâir yeni zaferler yaşayabilmenin muştusunu verir gönüllerimize…

Cenâb-ı Hakk, “..İnananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı onurlu ve güçlü..” (Mâide, 5/54) olan bir İslâm kavminin; Anadolu denen bu efsunkâr yarımadaya iskân edilmesini emir buyurdu. Güneşin doğduğu yerden, rüzgâr kanatlı atlara binerek kader çizgisini kat eden bu aziz millet, Anadolu’nun bereketli topraklarına Türkistan’dan akın akın gelmeye başladı. "Türkistan’dan Türkiye’ye Anadolu Mûcizesi”ni gerçekleştirmek için; elde âsâ, dilde duâ, belde kılıç, asker oldu derviş-gâziler... Kalpleri fethetmek için, dergâhlar açarak gönüllere ışık saçtı velîler... Yesevî Erenleri, Oğuz erlerinden çok daha önce yüreklerde taht kurdular... Onların irşâdıyla, ‘Kılıç-Kalem-Âsâ ve Duâ’ el ele verdiler… "Kolonizatör Türk Dervişleri” İ’lâ-yı Kelîmetullah aşkıyla gün doğusundan yola çıktılar... Zira Yüce Rabbimiz; “..Her kim Allah yolunda göç ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de bulur. Her kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek maksadıyla evinden çıkar da, sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir..” (Nîsâ, 4/100) buyurmaktaydı. Bu âyetin muhatabı olmak isteyen Oğuz Kara Han nesli, “Allah(c.c.)’ın ismini her yere duyurmak” için gün batısına hicret etti ve İslâm nizâmını yeryüzünün dört bir yanına hâkim kılma dâvâsının peşinden gitti. Kelime-i Tevhid nûrunu bütün gönüllere ve zihinlere nakşetmek sevdâsıyla yanıp tutuştu. Bu büyük millet; Allah (c.c.) adıyla çağlayıp coştu ve Allah'ın (c.c.) işâret buyurduğu istikamete koştu… Türk milleti; Hilâl’in ışığı solmasın, İslâm mükedder olmasın diye can verdi, kan verdi yıllar yılı... Yoksa Türkler, “kıtlık ve kuraklık olduğu için” terk-i diyar etmedi Orta Asya’dan... Emr-i İlâhî mûcibince göç verdi Uluğ Türkistan... Horasan’dan "Konstantiniyye”nin fethi için “Kızılelma’ya hey Kızılelma’ya!..” diyerek feyz aldı alperenler, “Sonsuz Nûr”un “Gül” kokulu mânâ aydınlığından…

Horasan Erenleri diye bilinen gâzî dervişleri, ilk menzil olan Anadolu’ya dalgalar halinde mütemâdiyen tâze kan taşıyordu... Kader-i İlâhî ve iltifât-ı Rabbânî neticesi kuruldu, ‘Hz. Nûh(a.s.)’ın oğlu,
Yâfes’in evlâdı Türk’ün ahfâdı’ olan bu mübârek ordu... Bu ordu; Uluğ Türkistan’dan Anadolu’nun kapısındaki Malazgirt kilidini açmak için Nîzâm-ı Âlem uğruna akın akın yürürken, “Yâ Allah!.. Bismillâh!.. Allâhu Ekber” nidâlarıyla yer gök inliyordu… Ve 1071 yılının Ağustos ayının son Cuma günü müyesser olacak Malazgirt Zaferi’nin işâret fişeklerinin sesleri Anadolu yaylasında duyuluyor ve Türkistan’ın turkuaz ışıkları "İklim-i Rum”a doğru yayılıyordu…

(Devam edecek)

Dr. Mehmet GÜNEŞ