O; müsâmaha ve muhabbette eşi olmayan müşfik bir dedeydi:
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) ilk torunu; Hz. Zeyneb’in (r.anha) kızı Hz. Ümâme’ydi (r.anha)... Hz. Ali’yle (k.v.) Hz. Fâtıma’nın (r.anha) evliliklerinden ise üçü kız, üçü erkek altı çocuk dünyaya gelmişti... Erkek çocuklar Hasan, Hüseyin ve Muhsin’di… Muhsin küçük yaşta ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hayattayken vefât etmişti... Hz. Fâtıma’nın (r.anha) kızlarının adları ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Rukiye’ydi... Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Ümâme’den sonraki ikinci kız torunu Ümmü Gülsüm’dü (r.anha)... Yüreği engin bir muhabbet ummanı olan Allah Resûlü’nün (s.a.v.) hudutsuz sevgisinden torunları da fazlasıyla hissedâr olurdu... Torunlarını kucağına alır, bağrına basar, “reyhan çiçeklerim” diye öper koklar, onlara sevgisini söz ve davranışlarıyla izhâr ederdi… O’nun torunlarıyla kurduğu sıcak ilişkilerine baktığımızda; hem peygamber, hem de devlet reisi konumundaki Fahr-i Kâinât Efendimiz’in; çocuklarla çocuk olabildiğine, onlarla oyun oynadığına ve şakalaştığına şâhit oluyoruz… Bütün bunları yaparken de -her konuda olduğu gibi- çocuklara gösterdiği sevgi, ilgi ve yakınlıkta da Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bizler için “en güzel örnek” olduğunu görüyoruz…
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); Hz. Hasan (r.a.) ve Hüseyin’e (r.a.) çok düşkün olduğu gibi, kız torunu Hz. Ümâme)’yi (r.anha), Ümmü Gülsüm’ü (r.anha) ve mânevî torunu Hz. Üsâme’yi (r.anha) de onlardan hiç ayırt etmezdi… O’nun sevgi ummânından sâdece erkek evlât ve torunları hissedâr olmazdı… O; nasıl Hz. Hasan (r.a.) ve Hüseyin'i (r.a.) seviyorsa, kız torunu Hz. Ümâme’ye (r.anha) de, Hz. Ümmü Gülsüm’e (r.anha) de en az onlar kadar düşkündü… İşte misâller:
Bir gün Efendimiz’e bir kolye hediye edilir... Allah Resûlü (s.a.v.) onu eline alıp; “Âilemden bana en sevgili olana bu kolyeyi vereceğim.” diye buyurur… Annelerimiz, bunu verse verse Hz. Âişe’ye (r.anha) verir diye düşünürler… Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.), torunu Hz. Ümâme’yi (r.anha) çağırır ve kolyeyi onun boynuna takar… Böylece Allah Resûlü (s.a.v.) hem torununu sevindirmiş hem de kız çocuklarına değer verilmesi gerektiğini göstermiş oldu…
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), nâfile namazlarda bâzen kız torunu Ümâme binti Ebü’l-As’ı (r.anha) sırtına alarak namaza durur, rükûa varınca çocuğu yere bırakır, rükû ve secdesini yaptıktan sonra Ümâme’yi (r.anha) tekrar omuzuna alırdı. Bu yolla; hem dedeyle torun arasındaki sevgi bağı pekişir, hem de torun ile namaz arasında bir ünsiyet köprüsü kurulurdu...
Allah Resûlü’nün (s.a.v.), diğer torunları Hz. Hasan (r.a.) ile Hz. Hüseyin’e (r.a.) gösterdiği şefkat de aynı yoğunluktaydı… Efendimiz, torunlarını görmek için sık sık kızının evini ziyâret ederdi… Bir gün Şanlı Peygamberimiz (s.a.v.), yine kızı Hz. Fâtıma’nın (r.anha) evine gitti, Hz. Hasan’ı (r.a.) istedi ve onu öpüp kokladıktan sonra “Ey Allah’ım! Ben onu seviyorum; Senin de onu ve onu sevenleri sevmeni diliyorum.” diye duâ etti…
Resûl-i Ekrem (s.a.v.); torunlarını memnun etmek için dediklerini yapar, onların dünyasına girer, onlarla oyun arkadaşı olur ve şakalaşırdı. Torunlarını omuzuna alıp gezdirir, Mescid’e götürür ve namaz kıldırırdı. Bir defâsında Allah Resûlü (s.a.v.), cemaâte namaz kıldırırken, secdeye vardığı anda, torunu Hz. Hasan (r.a.) sırtına bindi... Hz. Resûlullah (s.a.v.), Hz. Hasan (r.a.) sırtından inene kadar secdeden başını kaldırmadı… Efendimiz secdeyi uzatınca, sahâbîler O’na bir şey olduğunu zannettiler ve namazdan sonra: “Ya Resûlullah! Namazı uzattınız, bir şey mi oldu?” diye sordular… Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de: “Oğlum sırtıma binince, acele etmekten çekindim.” diye buyurdu.

DEVAMI YARIN