Eski notlarımı karıştırırken Nevzat Kösoğlu ile ilgili 1970’li yıllarda çıkan “Ocak” dergisinden aldığım notlar gözüme ilişti. Bilindiği üzere “Ocak” dergisinin ilk sayısı Ağustos 1971 yılında “Malazgirt Özel Sayısı” olarak çıkmıştı. Bu çok muhtevalı dergiye o zaman abone olmuş ve dergi kapanıncaya kadar almıştım. Derginin 2. Devre ve 1. ve 6. Sayısında Nevzat Kösoğlu ağabeyin hem uzun ve hem de çok muhtevalı bir yazısı çıkmıştı. İl sayıdan itibaren aldığım bazı notları sizlerle paylaşıyorum.
“İtiraf edelim ki, iki yüz yıla yakındır, en basit hakikatlerin dahi kavranılmaz olduğu bir idrak karanlığında, eşyayı el yordamı ile arayan âmâları andırmaktayız. Uzun yıllarımızı dolduran Garplılaşma gayretlerimiz umulan ne neticeyi vermedi. Gerçi, batılı gözlemcilere ve resmi tarihçilerimize bakılırsa, doğru yoldayız. İki yüz yıldır hep güzel ve büyük şeyler gerçekleştirmekteyiz. Fermanlar yayınlamakta, inkılâplar yapmaktayız. Hürriyete kavuşup, meşrutiyetler ilan etmekteyiz ki dünya hayran kalmakta, Avrupa bütün bu büyük ve doğru hareketlerimiz o gün bu gündür alkışlamakta devam ediyor. Biz, bu müstehzi alkışlar arasında o dev imparatorluğu parçalanmaktan kurtaramadık, uygarlık yolunda atılmış dev adımlarımıza rağmen, henüz ekmek kavgamızı bile halledemedik. “

Tanzimat’tan beri gerek devlet eliyle ve gerekse toplum olarak Batı karşısında aldığımız yenilgiler neticesinde Batı karşısında nelerin yapılabileceği elbette çok tartışılmış ve pek çok Layiha yazılmıştır. Batı güçlüydü, Batı silah teknolojisi bakımından, eğitim kurumları bakımında bizden güçlüydü. Batı karşısında yer yer yenilgiler alınıyordu. O halde ne yapmalıydı? Batılı gibi Eğitim kurumlarımız, Batı’lılar gibi Askeri teşkilatımız olmalıydı. Nitekim bu yollara gidildi. Avrupa’ya öğrenciler gönderildiği gibi, Batı’dan da Askeri uzmanlar getirildi.

Fakat ne hikmetse Avrupa’ya gönderdiğimiz öğrencilerin önemli bir bölümü Batı’nın ilim ve tekniğini almak yerine; Batılı bir hayat, batılı gibi bir davranış şekli almışlardı.


“Kültürümüzün manevi unsurlarındaki gelişmeler tamamen başıboş bırakılmıştır. Teknik ve iktisadi yapıdaki değişmeler, yabancı kültür temasları tesir edebildikleri ölçüde geleneksel milli değerlerimizi, manevi yapımızı tahrip etmekte, planlar hu tahrip hallerinin rakamla ifade edilebilenlerini sevindirici gelişeler olarak kaydetmekle yetinmektedirler. Kültürümüze millilik vasfını kazandıran zihni ve ruhi muhtevalar gittikçe materyalistleşmektedir. bu durumlar karşısında duyulan herhangi bir endişe yoktur. Cephelerde milli, dini mukaddesat, aile,namus gibi değerler uğruna ölünür, maddi kıymetlerin en üstünü hayat hakkı feda edilirken, bu aynı değerlere iktisadi gelişme hareketi içinde sırtımızdaki ceket kadar kıymet verilmemektedir”


“Milletimizin bütün meseleleri geçim kavgası seviyesine indirilmiş, müzakereler, tartışmalar bu seviyeyi aşamamıştır. Böylece milletimizin heyecan, ideal ve istikbal ufku -hem de düşük bir seviyede- iktisadi zenginlik ile sınırlandırılmıştır, Bu anlayış milletimizin ruhi potansiyelini söndürür ve manevi yapısını tahrip eder. Bütün planların, tartışmaların, reklamların iktisadi geriliğimiz, imkânsızlığımız ve yabancıların iktisadi refahları üzerinde yoğunlaşması, insanlarımızı hayat karşısında korkak, emniyetsiz, kendi geçimini temin seviyesinde basit bir maddecilik ve bencilliğe sürüklemektedir. Bu propaganda tufanı içinde fert yüksek
değerlere bağlanmak için uygun bir psikolojik vasat bulamamakta, kendi nefsine dönerek basitleşmekte ve ruh gücü itibariyle yüksek değerler yaratabilme kaabiliyetini kaybetmektedir. “

Fakat yine de yaklaşık 200 yıl süren bu Batılılaşma maceramız sonucunda bir takım şeyler almadık değil. İmparatorluğumuzun son dönemlerinden itibaren Türkiye’de iki yüzyıldan beri büyük hadiseler ve değişimler meydana geldi. İlerlemek, yükselmek, daha iyi şartlar içerisinde yaşayan Batı memleketlerinin medeniyet seviyesine ulaşmak yolunda yapılan çalışmalar ictimai ve iktisadi bünyemiz, kültür hayatımız ve bilhassa siyasi rejimimiz yönünden geniş tesirler meydana getirmedi değil. Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma çabamız meselenin esasını kavramada pek başarılı olamasak, maksadımızı temin edemediysek de, siyasi sahada büyük şekil değişiklikleri doğurdu. Geçilmek istenen medeniyetin belirli özelliklerinden biri olan demokratik yapıya öz olarak sahip olmadıysak bile, bazı şekli benzerlikler meydana geldi. Bütün olumsuzluklara rağmen bunu da bir kâr sayabiliriz.