İnsanlar bu dünyada fert ve toplum olarak yaşarlar. Eskiden bir dağ başında veya bir ırmak kenarında basit ve derme çatma bir evde veya bir çadırda yaşanabiliyordu.
İnsanlar bu yaşantı içerisinde ihtiyaçlarını kendi kendilerine temin edebiliyorlardı. Zaman içerisinde, aile genişleyerek, boylar ve soylar ve ardından da milletler meydana çıktı. Bir milletin içinde fert ve aileler güven içinde geleceğe karşı içerisinde bir güvensizlik olmadan yaşayabilir hale geldi. Çünkü etrafındaki herkes genellikle aynı fikirleri, aynı gelenek ve görenekleri, aynı ülküleri taşır. Bu yüzden yeni yetişen nesillerde bu ortamda gelecek endişesi taşımadan, aynı kültür ortamında hayatlarını sürdürürler.
Günümüzde genel olarak aynı kökten gelen insanlardan oluşan milletler ve üniter devletler oluşmuştur.
Artık Krallıklar, Sultanlıklar, İmparatorluklar ve diktatörlükler sona ermiş görünüyor. Biz de Türk Milleti olarak mutlakıyetten, meşrutiyete ve oradan da cumhuriyet rejimine geçmiş bulunuyoruz. Bu bir tarihi tekâmüldür. Günümüz dünyasında ulaşılan demokratik hayat ve cumhuriyet rejimi artık dönülmeyen bir yoldaki son durağımızdır.
Demokrasilerde, insanlar kendi kendilerini idare etmek amacıyla yine kendi kararlarıyla seçtikleri insanlar marifetiyle idare edilmektedirler. Yine demokrasilerde hem çeşitli fikirler ve hem de çeşitli görüşleri yansıtan sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra siyasi partiler de ülke yönetimine hem yön vermektedirler hem de iktidara gelmek marifetiyle ülkeyi idare etme imkânı bulmaktadırlar.
Demokrasilerde esas olan insanların, diğer insanların fikir ve düşüncelerine saygı duyması ve bölücü ve ayırımcı olmamak kaydıyla karşı görüşlerinde serbestçe açıklanmasına imkân hazırlamak düşüncesine sahip olmalarıdır.
Hal böyle olunca, insanlar arasında fikir ayrılıklarının olması kadar doğal bir durum olamaz. Ama bu durum daha çok temel meselelerden ziyade teferruata malik olan konularda fikir ayrılıkları ülkenin geleceği açısından her zaman fayda sağladığı görülür. Temel meselelerde meydana gelen ayrılıklar ise ülke faydasına bir yarar sağlamadığı gibi, zıt fikirlerin hâkimiyet mücadelesi bazen çok kırıcı sözlerin söylenmesine ve hatta hakarete varan tavırlar içine girilmesine sebep olmaktadır.
Her insan bir fikir taşır. Fakat insanımızın fikirlerinin oluşmasında milli ve manevi değerlerimiz ön planda olmayınca ilerde doğacak durumlara da çok farklı yorumlar getirmek mukadder olmaktadır.
Milliyetçiliği ön plana alan insanlar kendi iddialarının çok aksine fikir ayrılıklarına düşmüş bulunmaktadırlar. Bu fikir ayrılıkları, hareketin ilk zamanlarından itibaren yayınların ve seminerlerin yakından takip edilmemesi sonucunda meydana gelmiştir. Pek bir yayın takip etmeyen ve seminerlere ilgi duymayanların yanı sıra; Aynı kitapları okuyan aynı seminerlere katılan, aynı yayınları takip edenler, katıldıkları hareket içinde yeteri kadar milli şuur alamamışlarsa günümüzde pek çok örneği görüldüğü gibi, aynı davayı savunduklarını iddia eden insanlar biri birleri aleyhine olmadık sözler sarf edebilmektedirler.
Şu tespitimizi bir kere daha hatırlayalım, “Aynı kaynaktan beslenmeyen insanlar, ayrı fikirleri savunurlar”. Eskiden, yani 12 Eylül askeri darbesinden önce aynı kaynaklardan besleniyorduk. Bugün durum çok değişmiştir.
Nefret üzerine kurulan binaların uzun süre yaşaması mümkün değildir. Devletimizi parçalamak, yıkmak ve bölmek için milletimizin aleyhine çalışanların dışındaki olaylara ve insanlara kin ve nefret üzerinden değil saygı ve sevgi penceresinden bakmak devletimizin milletimizin menfaatlerini ön planda tutmamız lazımdır. Fakat görüyoruz ki küçük çocukların “benim babam senin babanı döver” mantığı gibi; “senin partin benim partim”, “eski parti yeni parti”, “şu dernek bu dernek”, “o vakıf bu vakıf” meselesi her türlü milli meselenin önüne geçmiş bulunuyor.
Özellikle de aynı fikirleri savunduğunu iddia edenler, siyasal nedenlerle birbirlerine daha dikkatli konuşmalı, terbiye ölçülerini aşmadan nazik ve kibar olunmalıdır.
Kendi dışındaki herkesi yanlış, yamuk, hırsız, ihale peşinde koşan, yalaka olarak gören insanlar yeni bir fikir ortaya koyamadıkları gibi bulundukları yerlere de bir faydaları olmaz.
Nerede olursak olalım, galipler, kibirliler, ağabeyler, küskünler ve kızgınlar merkezi gibi hareket etmenin bir manası da yoktur.
Yapılan işlere ve söylenen sözlere verilen beyanatlara olmadık manalar yükleyerek gerçeklerden uzaklaşmak insana bir şey kazandırmaz, hatta hayal kırıklığı bile meydana getirebilir.
Değerli okuyucum; bizim kısır çekişmelerin dışında çok ve önemli meselelerimiz vardır.
Ülkemizin siyasi sınırları coğrafî sınırlarımızdan ibaret değildir.
Türkiye, yeryüzünde görünen 780 bin kilometre kare Türkiye’den daha fazla ve büyük bir yerdir. Bizim bir de görünmeyen topraklarımız vardır. Anadolu’da 80 milyon Müslüman Türk vardır fakat bir de yeryüzünün çeşitli coğrafyalarında milyonlar olduğu gibi yerin altında yüz milyonlarcası vardır.
Türkiye’nin bir de gönül coğrafyası ve bir de ruh coğrafyası vardır; gönül ve ruh coğrafyasının sınırları Balkanlar’dan başlar, Kafkaslara, Kuzey ve orta Afrika’ya ve Yemen’e ve oradan da Asya’ya uzanır ve Sibirya’ya kadar uzanır…
Bize “kırk yıl doğru odun taşınan bir dergâh” gibi bir ocak ve yine “bir dergâha kırk yıl düzgün odunlar taşıyan insanlar” gibi insan yetiştirmemiz lazımdır. Bizim hedefimiz bu olmalıdır.
Ne diye hala oyunda oynaştayız.
Milliyetçiyim ülkücüyüm diyen iddia sahibi insanlar bu ölçülere göre hareket etmelidirler. Bizi bekleyenlerin olduğu bilinmeli, nerelere hangi coğrafyalara, hangi boynu bükük imdat bekleyenlere hitap ettiğimiz unutulmamalı kısır çekişmelerin içine girilmemelidir. Unutulmamalıdır ki “Türk; beklenendir” bir birimizle didişmek, senin partin kötü, benim partim iyi, senin devam ettiğin dernek kötü benim bağlı olduğum ocak iyi, senin vakfın sorunlu, benim vakfım gerçek milliyetçi diye düşünmeden ve onları birbirinden ayırt etmeden aynı ağacın dalları gibi bütüncül bakmalı ona göre davranmalıyız. Aksi takdirde biz biri birimizi yerken bir başka birileri birtakım hedeflere doğru koşar adım gidiyor ve ülkeyi de beraber götürüyorlar.
Ey Türk titre ve kendine dön.