Yine her zamanki vaktinde uyandı, üzerini giyindi ve servisine yetişmek için alelacele arasına peynir koyduğu somon ekmeğinden birkaç lokma ağzına tıkıştırdı ve hızla ayakkabılarını giyip koşar adımlarla yola koyuldu. Hava düne göre soğuk, önceki güne göre daha da soğuktu. İyiden iyiye kış gelmişti artık.
Adımını sokağa attığında henüz gün ağarmamıştı. Erken çıktığını düşünüp, siyah, dijital, solunda iki, sağında bir metal tuşun yer aldığı, tuşlarından birinin yorganın altında her gece basılarak ışığı yakıldığı için neredeyse içine kaçtığı, -oysa çoğu kere yorganın dışında saatin ışığına gerek kalmadan saate bakılabilirdi-, her üç tuşa birden basınca orijinal olup olmadığının tespit edilebildiğine inanılan, her defasında su geçirmediği iddia edilen ama bunu denemeye başka saat alacak paraları olmadığı için kimsenin cesaret edemediği saatine yine baktı. Gün ağarmamıştı ama düne göre iki dakika geç bile kaldığını fark etti. Hızlı adımlarla hafif rampa olan sokağın başına yürüdü.
Kahverengi, kalın fitilli, kumaş kesim, son zamanlarda nispeten kilo verdiğinden kendisine bol gelen, kemerle beline sıkarak oturttuğu eskimiş pantolonunun cebine ellerini sokup; lacivert, yakasından beyaz bir şeridin geçtiği, önü fermuarlı dirsek kısımları oldukça eprimiş montunun yakasını kaldırıp; gri balıkçı beresini kulaklarına kadar indirdiği başını omuzlarının arasına çekerek ve zaman zaman istemsizce bacaklarıyla uzaktan bakanın bir müzik ritmine ayak uydurduğunu düşüneceği hareketlerle yol kenarında, sokağın hemen köşe başında henüz çok genç olduğunu düşündüğü ama işe başladı başlayalı orada olduğunu bildiği yalancı akasya ağacının yanı başında servisini beklemeye başladı. Kulağında müzik yoktu fakat, hava gerçekten soğuktu.
Önünden geçen arabaları sayıyor, kaldırımdan yürüyen insanları görüyor ama sadece servisinin bir an önce gelmesini istiyordu. Her defasında gelen zamlarla bırakmayı düşündüğü, sağlığının da yavaş yavaş yaşının ilerlemesiyle birlikte eski gücünü yitirdiğinden çok kere bu son deyip yarım paketini kırıp attığı ama her seferinde de keşke atmasaydım deyip sonradan pişman olduğu sigarasına eli gidiyor, elleri üşüdüğü için servis şimdi gelir nasılsa deyip bu kararını hep erteliyordu.
Bir gün erken geliyor bir gün gecikiyordu servisi, ihtiyatlı davranıp hep erkenden beklemeye koyulurdu. Her gün aynı saatlerde kaldırımdan geçen insanların yüzlerine aşina olmuştu. Çocuğunun elinden tutarak okula götüren anneler, muhtemelen işe yetişmek için elinde evrak çantasıyla koştururcasına yürüyen insanlar, dükkanını yeni açan esnaf, önünden geçen okul servisleri, plakalarını ve modellerini ezberlediği, her gün aynı saatte önünden geçen resmi araçlar O’nun bu bekleme seremonisine dahildi. Bu rutini o kadar kanıksamıştı ki, resmi araçların her geçişinde saatine bakıp bugün iki dakika geç kaldı, ya da bir dakika önce geçti diye içinden konuşurdu. O sırada önünden geçen, uzun pardesülü, hızlı adımlarla elindeki evrak çantasını savura savura yürürken boynuna dolanmış atkısının arasından kravat taktığı görülen adamın bugün her zamankinden daha gergin olduğunu fark etmişti. Üç beş adım öteden beri gözüyle süzdüğü adam tam yanına gelmişti ki, o koşturmacası içerisinde ilk defa Onunla göz göze geldi. Tam O’na baktığında O da kendisine bakmıştı. Sonra gayri ihtiyari bakışlarını kaçırmışlardı. Adam onlarca kere önünden geçtiği birini ilk defa görmüş olamazdı. Ama ilk defa görmüş gibi tepki vermişti. Hiç orada olmaması gerekiyormuş da, tesadüfen ve anlamsız bir şekilde orada bulunuyormuş gibi bakmıştı yüzüne. Adamın o bakışı o kadar içine işlemişti ki kimsenin aylardır her gün aynı saatte, aynı yolun kenarında, aynı sokağın başında, aynı ağacın yanı başında bekleyen kendisini görmediği hissine kapıldı. Servisçinin “seni görmedim abi” mazeretleriyle bazen kendisini almadan gittiği zamanları hatırladı.
Kimse neden beni görmüyor? sorusu zihninde yankılanırken insanların yüzlerine daha dikkatle baktı. Kimsenin aslında kimseyi ve hiçbir şeyi görmeden hızla aktığını fark etti. Birkaç saniye kendini, görülmeyenin sadece kendisi olmadığı düşüncesiyle rahatlatsa da kimsenin kimseyi ve hiçbir şeyi görmediği gerçeği, içinde anlam veremediği, kavrayamadığı bir hüzne sebep oldu.
Sigara paketini almak için elini montunun iç cebine soktu, pakette 4 dal sigara kaldığını görüp onları günün hangi aralığında içeceğinin hesabını hızla yaparak bir dal çıkarıp yaktı, henüz bir nefes çekmişti ki, “nasılsa birazdan gelir” diyerek yarım saattir sigara yaktırmayan servisi geldi. Hızla bir nefes daha çekip yaktığına pişman olduğu sigarasını yere attı.