“Bazen bir yerde, bir fikir üzerinde sürekli bir patinaj halinde olduğunuzu, sık sık tekrara düştüğünüzü fark edersiniz. Hayatın rutini çoğu kere aynı şeyi yapmakla olur ve hayat bir alışkanlıklar dizgesi olarak uç uca bağlanıp son uca uzanır; ama fikir ve yazın hayatında yeni şeyler söylemek lazım gelir her defasında.” diye başladı veda etmeye dair yazısına.

Memleketiyle kurduğu ilişkinin önemli bir parçasını teşkil ediyordu burada yazması. Çocuk yaşta ayrılsa da memleketinden, memleketle kurulan bağın ilk sözle, ilk ahitleşmeyle kurulduğuna dair inancı tamdı. Zira tercih hakkı sunulmuyordu insana memleketiyle, doğduğu coğrafyayla ilgili olarak; verili olan her şeyin bir üst irade tarafından takdir edilmesi muhakkaktı. O halde insanın memleketiyle ilişkisi kimlik kartında yazılı bulunan bir kayıttan ibaret olmamalıydı. İlahi bir yönü vardı bunun, manevi bir yönü vardı. Sadece akıl kayıtlarıyla mukayyet bir ilişki kurulamazdı memleketle; insanın duygusal bütünlüğünün sağlandığı, “kendisine” dair değerlerinin serili olduğu coğrafi zemininde ayağa dikildiği, bu bağlamda kendini bilmesi namına imal-i fikir edilmesi gereken bir kavramı da ifade etmekteydi memleket.

O sebepten, coğrafi özellikleri, iklim şartları, doğal güzellikleri bir memleketin teferruat kabilinden hususiyetleridir.

“İlk çocukluğumun geçtiği yıllarımı, heybeme koyduğum; yüreğime, içime sığdırmak da zorlandığım çocukluğuma dair her ne varsa yaşadığım hatıralarımı, mekanının kayıtlarıyla kuşatan memleketim her hücremde, her zerremde emeğe ve hakka sahipti.” dedi.

Hamur gibi yoğurur insanı, bakışlarına siner iklimi; sözlerine, kelimelerine tesir eder rüzgarının tınısı; kuru soğuğu, kurak sıcağı, bozkırı, bozok yaylası düşüncesini inşa eder; toprağının rengi, buğday başağının rengi, simental ala ineğinin rengi renk kartelasında en anlamlı yerlere oturur insanın memleketinin.

Ve bütün bunlar kendiliğinden olur, üzerine düşününce fark eder insan, kendine dair her şeyin bir parça memleketi olduğunu ve kendine dair her şeyin bütünüyle de, memleketinin de bir parçası olarak bayrağı altında bulunduğu, canından aziz bildiği büyük memleketine dair olduğunu.

“Uzun süredir bu mecrada yazıyorum; bana bir yazma disiplini, bana çok kere içsel bir yol ve yolculuk imkanı, neredeyse her yazımda kendimle konuşma alanı sağlaması açısından doldurulmaz bir yere sahipti bu gazete” dedi.

“İnsanın kendiyle randevulaşması ne kadar kıymetlidir. Yazılarımı hep Perşembe günü sabah yazdım, öğlene doğru gönderdim. Biliyordum ki, Perşembe günü kendimle randevum var; bazı kereler motorum; bazı kereler pipom, sigaram; bazen de penceremin hemen önünde duran büyük çınar ağacı benimle beraber oldu kendimle buluşma ve kendime yolculuk halinde.” diye devam etti sözlerine.

İnsanın biraz durması gereklidir. Kendine durması zaruri bir ihtiyacıdır. Zihninde olan biteni bir müddet demlenmeye bırakması, zihinsel eyleminin zindeliği açısından elzemdir.

Hasılı sözü alacak olursam; Yazılarıma bir müddet ara veriyorum değerli dostlarım. Tanıdığım, tanımadığım tüm okurlarıma esenlikler diliyorum. Hoşça kal aziz memleketim...