Bu yazdıklarımız birilerine hikâye gelse de, bunlar temennî değil, 12 Eylül öncesini yaşamış kadim ülkücülerin hayatlarıyla yazdığı ve hayatlarında yaşattığı destanlardır. Eğer aynı ideâlleri yaşamaya ve yaşatmaya devam etmezsek Hacı Ârif Bey'in;
     “Olmaz ilaç sîne-i sad pâreme,
Çâre bulunmaz bilirim yâreme”
      diye başlayan o meşhur segâh şarkısını daha uzun yıllar fâsılasız söylemeye devam ederiz.

     Türk-İslam Ülküsü mensubu olarak;
     “Kâr etmez âhım 
sen gülizâre
Onulmaz işler güzelim dilde bu yâre
Olsam da geçmem bin pâre pâre
Sevmiş bulundum güzelim gayrı ne çâre”

     diyen o güzel Kerkük türküsünü dâvâmız adına söyleyeceğiz söylemesine de, yalnız dönmeleri, devşirmeleri, bizim temsil noktasının çok uzağında bulunanları, ahlâkî defosu ayyuka çıkanları, hareketin önünde baraj oluşturanları, ayak takımıyla, mafya özentisiyle, mukaddes dâvâmıza ve şerefli mâzimize gölge düşüren haysiyet kelleriyle, konulduğu kabın şeklini alan omurgasızlarla iş tutanları da en yüksek perdeden tenkit edeceğiz ve sorgulayacağız; şehitlerimiz, gâzîlerimiz, şerefli mâzîmiz ve ülkücü hareket adına. 
     Ve ülkücülüğün; yüreği rozetinden büyük, tepeden tırnağa Türk ve diliyle kalbi arasında mesafe bulunmayan kâmil bir Müslüman olduğunu yeni baştan önce nefsimize, sonra da genç nesillere tedris ettirmediğimiz müddetçe şehitlerimizin kemikleri sızlar ve “dillere destan o kadim ülkücülük ruhunu ve  aşkını” ne yaşatabiliriz, ne yaşayabiliriz, ne anlayabiliriz, ne de anlatabiliriz... Hâsılı; "İçi alev alev İslâm, dışı pırıl pırıl Türk, içi dışına hakim, dışı içine köle” olan; yiğitlikte, şehâmette, cesârette,  insaniyette, kemâlatta, feragatta, zirveleri tutup “Çoraklarda ‘Gül’ açtıran o kadim ülkücü rûhu” yeni baştan ihyâ etmeye mahkum ve mecburuz. Çünkü bu ruh; Türk'ün hayat iksiri, istiklâl ve istikbâlimizin teminatıdır. Çünkü bu ruh; mânâ, dâvâ ve bir o kadar da Türklük aşkıyla mücehhez kutsî sevdâ ile kıyama duran Türk'ün yürek sesidir. Bütün bu sebeplerle ideâluzmin son efsânesi olan  Ülkücü damar, asla kurumamalı ve kurutulmamalıdır. 
     Selam olsun; “akl-ı slîm, zevk-i selîm ve kalb-i selîm” sâhibi olup, ideâlleri için alın, zihin ve gönül teri döken ve yüreği rozetinden çok büyük olan “gerçek ülkücülere...” Veyl olsun “ülkücü geçinenlere ve ülkücüden geçinenlere…”
     Yüce Rabbimizden; kandım diyene kadar rahmet olsun, şehitlerimize ve “evvel giden ahbâbâ..” Ve selâm olsun; Gâlip Erdem’in; “İç Türklere rağmen milliyetçi, Dış Türklere rağmen Tûrancı, Müslümanlara rağmen Müslüman olabilen insan ülkücüdür” diye târif ettiği alperenlere, Türk-İslâm Ülküsü’nü yaşayan ve yaşatan ülkücülere…