Binlerce şehit ve gâzimizin çileli mücâdeleleriyle  hayat bulan bu kutsî hareket; ne vurguncu düzene payandalık yapma, ne üç-beş vekil çıkarma, ne yatağından başka mecralara akma, ne kozmopolit zeminlerde çamurlaşma, ne Tûran ideâlinden uzaklaşma, ne Nizâm-ı Âlem dâvâsından vazgeçme; 
     ne millet, ümmet, beşeriyet için hayâl ettiği “gölgesiz ve lekesiz bir adalet nizamını tesis” ülkülerini rafa kaldırma, ne fırdöndü muhafazakârlığa teşne olma, ne mukaddesat komisyoncularına, Cennet tâcirlerine, dîni dar  “kaba softa-ham yobazlara” ve dîni mihraptan yıkmaya teşebbüs edenlere teslimiyet, ne reaksiyoner bir şartlı refleks, ne politikacılara piyon, ne devletlü tâifesinin ve statükonun son kullanma tarihi geçmeyen gönüllü hizmetçisi olma ameliyesi değildir ve olmamalıdır...
     Bu hareket; “Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan” sözde demokrasi şampiyonluğu için değil, “Hakk yolu, hakikat yolu, Allah yoluna” hâdim olmak için Ötüken’den yola çıkmış, Mekke’nin Tevhid nûrunda yıkanmış, gönlünü Kainatın Solmayan Gülü'nün aşkıyla mayalamış, "Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi”ni "Cihad" ruhuyla hemhâl etmiş, Yesevî nefesiyle tüttürülen ocaklarda “Türlük vakar ve şuuru, İslâm ahlâk ve fazîletiyle” yoğrularak gerçek hüviyetine kavuşmuş  Yunus gönüllü, Yavuz yürekli, mübârek bir harekettir. 
     Bu temel esaslar üzerine binâ edilen ülkücü hareket; "Dîn ü devlet, mülk ü millet” aşkıyla yanar, vatanını ve bayrağını karşılıksız sever, yüreklerinde “vehn” (dünyayı çok fazla sevmek, ölümden çok korkmak) denen duygunun yeri olmaz, “Haram, helal ver Allah'ım / Bizimkiler yer Allah'ım” demezler, diyemezler, dememeleri gerekir. Beytü’l-mâ’e el uzatanların ellerini kırma ameliyesinden âzâde kalmazlar, kalamazlar, kalmamaları gerekir. 
      Kendilerine yapılan iftira ve hakaret karşısında hiç bir şartta susmazlar ve onlara gerekli dersi gerektiği gibi verirler, vermeleri gerekir. 
     Eksen kaymasına uğrayarak temel referanslarını yitirmezler, harami sofralarına oturmazlar,  önce “adam” oldukları için “fason dava adamı” olmazlar, millî münafık Perinçekyan ve îmansız türevleriyle kolkola girerek şehitlerimizin kemiklerini sızlatmazlar, keyfiyette kesâfet kesbetmeyi hiç hesâba katmadan, kemiyet planında çoğalmak için ana kumanda merkezinde “Pınar suyuna lağım suyunu” aslâ karıştırmazlar, sağlıklı büyümeyi esas alırlar, obezleşmeyi yeğlemezler, ideâlizmi, fedâkarlığı, ahde vefâyı, diğerkâmlığı, Kızılelma dediğimiz o kutlu sevdâyı unutmazlar,    
     “Erde şan isteyen ülkü denen nazlı gelini” ölümüne severler, “alınlarında namus lekesi taşırmazlar”, babaları “İbrahim” olmasa da “Onlar” “kırk kere İsmail” olmaktan asla geri durmazlar ve “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” sözünü kuru bir laf olarak söylemedikleri için, bu vecizeyi Gazi Eğitimin Bolvadinli şehidi Alparslan Gümüş gibi kanlarıyla yazıp, canlarıyla mühürlerler... 
     Çünkü "Onlar" Necip Fâzıl'ın ifâdesiyle; “Ciğerine kadar Müslüman, dibine kadar Türk ve sapına kadar erkektirler.”