İlköğretimden itibaren eğitimi ve eğitim sistemimizin bir gayesi vardır. “İyi insan, başarılı insan yetiştirmek.”

Bu gün gelinen noktada bu konuda pek de başarılı olduğumuz söylenemez. Çünkü herkes bu konu açıldığında mutlaka bazı serzenişlerin dışında pek çok eleştiri getiriyorlar. Haklı da olabilir. Çünkü her işin başı eğitim ve her işin önünde gelmesi gereken konu iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmektir.

Okullarda öğrencilere neden sadece iyilerin ve iyiliğin yanı sıra kötülerden ve kötülüklerden de (mesela en galiz küfürler) söz edilmez. Çünkü iyi insan yetiştirmenin yolu iyiliklerden bahsetmektir. Masallarımızda da durum böyledir. Kötülükler çok kısa geçilir. İnsanlara iyi şeyler anlatarak insanların iyi olması sağlanmaya çalışılır.
Bazı kimseler tarafından iyiliklerin yanı sıra çocukların her şeyi öğrenmesi ve ilerde isterse yapar istemezse yapmaz mantığı ileri sürülmektedir. Çocuk kendi hür iradesiyle karar versin gibi bir yaklaşım gözlenmektedir.

İlk bakışta çok masum bir istek gibi görünen bu yaklaşım, derinlemesine düşündüğümüz ve biraz daha müşahhaslaştırdığımızda pek de olumlu bir davranış gibi görünmüyor.

Diyelim sizin dedeniz bir olumsuz iş işledi, siz bu olumsuz işi çocuklara, torunlara sürekli anlatır hatırlatır mı? Yoksa dedenin yaptığı yanlış yerine meziyetlerinden söz etmek daha akıllıca ve daha mantıklı bir yol olmaz mı? (Kusurları örtmede gece gibi olunuz sözü unutulmamalıdır.) Çünkü kötülüklerden, yanlışlardan ve eksiklerden söz etmek çocukların ruhlarında olumsuz etkiler yapar, Bu olumsuzluk da hayata yansır. O zaman iyi örnekler verilmediği için cemiyete iyi insan yetiştirmemiş oluruz. Olumsuzlukları anlatmakla olumlu bir netice beklenemez.
Konu eğitim öğretim ve çocuk eğitiminin yanı sıra, devletimiz, tarihimiz ve tarihi büyüklerimiz hakkında da benzer durumlar gözlenmektedir.

Tarihimiz ve tarihimizde yaşamış büyüklerimiz hakkında ileri geri konuşmak, onların kendi zamanlarındaki şartlara göre değerlendirilmesi gereken davranışları ve kararları bu günün mantığı ile yorumlayıp o insanların mahkûm edilmesi ne kadar akla yatkın bir hareket olur. Onların en küçük hatasını mercek altına alarak yeni nesillere aktarmak çok da olumlu bir davranış olmaz.

Devlet-i Aliyye (Osmanlı) ya da diğer devlet yöneticilerimizin ne kadar eksiği yanlışı, hatası varsa yabancılar ve kendini bu millete yabancı görenlerce zaten orta yerlere seriliyor. Bu eksik ve yanlışlar yaklaşık 100 yıldır da tekrarlana geliyor. Sürekli eksik ve yanlışlardan söz etmek yolu İyi bir nesil yetişmesine vesile de olamadı.

Bu açıdan eksik ve olumsuz olan şeylerle yanlışlarımızı ihtisas sahipleri zaten bilecek ve inceleyecektir. Diğer aksi durum ise bizim gibi avam'ın ümitsizliğe kapılmasına sebep olabilir. Yahya Kemal Beyatlı’ya sormuşlar; “Bizi Viyana kapılarına kadar götüren güç neydi” diye. Yahya Kemal ise; “Her şey bir tarafa biz Viyana kapılarını Mesnevi okuyarak, Bulgur pilavı yiyerek gittik” der. İşin özeti budur. Bizim insanımız Viyana kapılarına dayanıncaya kadar her mecliste, her dergâhta, her tekkede ve belki de her evde Mesnevi ve benzeri kitaplar okunurdu. Her evde Yazıcıoğlu Mehmed tarafından yazılan Muhammedliye kitabı mutlaka bulunurdu.

Bazen denir ki; “Çocuk iyiyi de kötüyü de öğrensin, kendi kararını ona göre versin”. Çocuk iyiyi ve kötüyü nasıl ayırt edecek. Ona bir yol gösteren ailesi, öğretmeni, hocası olmadan çocuk nereye kadar gidebilir.

O zaman çocuğu batakhaneye, kumarhaneye ve umumhaneye de götürelim, oradaki kötülüğü görsün. Özgür iradesiyle kendi kararını versin. Oralara mı götürmek lazım yoksa kitapçıya, camiye, spor müsabakasına mı götürmek lazım.

Elbette her ana baba çocuğunu iyi yerlere götürür, kendi bildiği iyi ve doğruları da çocuğuna telkin eder. Yani, mesela çocuğa sürekli “baban kötü, anan yanlış, deden eşkıya” demek yerine çocuğu iyi şeyler öğrenmesi yolunda teşviklerde bulunur.

Günümüzde çocuklarımız anne-baba ve öğretmenden çok sosyal medyadan etkilenmektedir. Çocuğun kafasını ve kalbini bu sosyal medya genellikle olumsuz bir şekilde yönlendirmektedir. Görüldüğü gibi sosyal medya da çeşitli bahanelerle çeşitli kurum ve kuruluşların eksik ve yanlışlarını sürekli dile getirerek aslında ülke ve gelecek üzerinde endişelere sebep olunmaktadır.
İnsanımızı olumsuzluklara olumsuz düşüncelere sevk eden bu gibi endişelere ve daha ilerisi ümitsizliklere sebep olunmaması gerekir.
Elbette ülkemizin çözülmeyen, çözülemeyen müzminleşmiş ve düzeltilmesi gereken pek çok problemi olduğu kabul edilmesi gereken bir durumdur. Aklı başında insanlar daha makul davranmak zorundadırlar. Ülke problemlerini ülke düşmanları da dâhil herkes ortaya koyarken milli şuur sahibi insanların problemlerin ortaya koyulmasının yanı sıra tekliflerinin de olması gerekir. Ya da bu konuda en azından kafa yorulması gerekir. Bu yönde çaba sarf etmek gerekirken, milli şuur sahibi ve gelecek (ülke geleceği) endişesi taşıyan insanların hiçbir konuda eleştiri hakkı yoktur.

İçinde bulunduğumuz ve çoğumuzun da memnun olmadığı bu durumu aşağı yukarı herkes biliyor ve dile getiriyor. Eksik olan tarafların giderilmesi ve bu eleştiri getirilen durumlara yapılan eleştirinin yanı sıra teklifler getirmek imkânı yok mudur?

Memleketin meseleleri elbet her vatanseveri yoruyor.
Bu doğrudur. Milli şuur sahibi olduğunu iddia eden insanların, olay ve durumu siyasi bir duruma yamama kolaycılığından kaçarak (Çünkü bizim buna hakkımız yok, bizler için siyaset geri planlarda kalan bir durumdur.) Yine de düşünmeli, fikir üretmeli, tefekkür etmeli, bazı da teklifler getirilmelidir. Getirilen tekliflerin yapılırlığı ya da yapılamazlığı çok ayrı bir konudur.