Libya Türk tarihi açısından her daim önemli bir ülke olmuştur. 16.yüzyılın ortalarından itibaren başlayan Osmanlı hakimiyeti ; Libya’nın İtalya tarafından 1911 yılında işgal edilmesine dek sürmüştür. 1911’de İtalyan işgali karşısında donanmadan yoksun olan Osmanlı Devleti gereken desteği sağlayamamışsa da Mustafa Kemal, Enver Bey gibi önde gelen Osmanlı Subayları İtalyanlara karşı Libyalı yerel güçleri örgütlemişler ve İtalyanlara karşı sert bir savaş yürütmüşlerdir.1912’de imzalanan Uşi anlaşması ile resmi olarak da Osmanlı vilayeti olmaktan çıkan Libya 1969’da krallığın devrilmesi sonrasında iktidara gelen Albay Kaddafi tarafından 2011 yılına dek 42 yıl boyunca demir yumrukla yönetilmiştir. 2011’de Kaddafi’nin devrilmesi ile sonuçlanan iç savaş sonrasında şu anda Libya’da iki temel güç odağının ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu güç odağının birincisi Tobruk merkezli bir yönetim olan ve başında General Hafter’in bulunduğu yönetim; ikincisi ise başında Başbakan Sarrac tarafından yönetilen Trablus hükümeti. Libya’nın bugün %93’ü Hafter ve ona bağlı güçler tarafından yönetilmekte iken Trablus’ta bulunan hükümet şu anda sadece Trablus’a sahiptir ve ülke topraklarının sadece%7’sini yönetmektedir. Hafter güçlerini destekleyen ülkeleri sıralamak gerekir ise bugün için başta ABD ve Rusya olmak üzere Fransa, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gelmektedir. Trablus Hükümetini ise Türkiye ve Katar dışında destekleyen hiçbir ülke bulunmamaktadır. Hafter güçleri ile Trablus hükümeti arasında başlayan çatışmalar Nisan 2019’dan beri sürmektedir ve Trablus şu anda Hafter güçleri tarafından kuşatma altındadır. Tarafların askeri kapasitelerine baktığımızda Hafter güçlerinin askeri ve parasal yönden çok güçlü oldukları açıktır. Türkiye, Trablus hükümetine şu anda askeri ve teknik desteğin yanında maddi destekte de bulunmaktadır. Türkiye’nin Trablus hükümetine dönük bu derece geniş çaplı destek vermesinin temel sebebi ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinde kurmayı düşündüğü nüfuz alanı projesidir. Türkiye bugün itibariyle Doğu Akdeniz’de doğal gaz yataklarının çıkarılması noktasında yalnız kalmış durumdadır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının karşısında bugün çok geniş bir karşıt blok oluşmuştur. Bu karşıt blok’u oluşturan ülkeler şunlardır: ABD, Rusya, Yunanistan, Mısır, İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi, Ürdün, Suriye ve Fransa’dır. Doğu Akdeniz’de bu kadar geniş bir karşıt blok tarafından çevrilmiş olan Türkiye bu noktada Libya’da Trablus Hükümeti ile işbirliğine giderek hamle yapmak istemiş ve bunun sonucunda Trablus hükümeti ile geçen ay içinde ikili ekonomik münhasır bölge anlaşmasına imza koymuştur. Bu anlaşmanın imzalanması hukuki ve siyasi açıdan derin tartışmalara sebep olmuştur. Zira Trablus hükümeti Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bir hükümet olsa da Libya’da bugün devam etmekte olan iç savaş sebebiyle ülkenin sadece %7 sine hükmedebilmektedir. Ayrıca uluslar arası bir anlaşmanın Libya açısından kabul edilebilmesi için bugün Tobruk’ta bulunan ulusal Meclis tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. İmzalanan bu ikili anlaşma Meclis tarafından kabul edilmemiştir. Bu gelişmeler üzerine Türkiye bugün için daha ciddi bir adım atarak Trablus hükümeti ile askeri bir anlaşmaya imza atmıştır. Trablus hükümeti bu anlaşma üzerinden Türkiye’yi kendisine destek olması adına Libya’ya çağırdığını ilan etmiştir. Türkiye açısından bu noktadan sonra sormamız gereken temel soru Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi sonucunda ortaya çıkabilecek riskler neler olabileceği sorusudur. Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi ihtimali somut bir biçimde ortaya çıkar ise Türkiye’nin ilerleyen süreçte yaşabileceği riskler şunlardır: 1) Trablus hükümetine dönük açıktan askeri bir desteğin verilmesi ve asker gönderilmesi durumunda Türkiye sıcak bir iç savaşın içinde kendisini bulacaktır.2) Türkiye’nin Libya’da bir taraf olarak savaşa girmesi durumunda Hafter güçlerine destek veren ülkeler de Hafter güçlerine olan desteklerini arttıracaklar ve bunun sonucunda iç savaş çok daha kanlı ve sert bir hal alacaktır. 3) Türkiye’nin Libya’da böyle bir savaşa girmesi askeri açıdan büyük kayıplara sebep olabilir ve giderek bu askeri kayıplar artabilir. 4) Ekonomik açıdan zor bir dönemden geçen Türkiye için Libya’da yeni bir askeri cephe açmak ekonomik açıdan çok daha sıkıntılı süreçlerin yaşanmasına sebep olacaktır. 5)Başta Rusya, ABD ve Fransa gibi büyük güçlerin özellikle Suriye’de Türkiye’ye dönük hamle yapmasına sebep olacaktır. 6) Trablus’un düşmesi durumunda Türkiye askeri, ekonomik ve siyasi açıdan Libya üzerinde bulunan tüm çıkarlarını kaybedecektir. Yukarıda saydığımız tüm bu risklerin dışında Türkiye’ye dönük ilerleyen süreçte tahmin edilemeyen çok daha farklı riskler doğabilir. Suriye iç savaşının Türkiye açısından son 8 yılda ortaya çıkardığı insani, ekonomik ve siyasi maliyet ortada iken Türkiye’nin Libya’da yeni bir iç savaşa müdahil olması Türkiye açısından asla hayra alamet değildir. Türkiye Suriye politikasında olduğu gibi Libya’da da Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riski ile karşı karşıya kalacaktır. Suriye’de yaşanılanlardan ders çıkararak Libya meselesinde diplomatik yolları tercih etmek ve askeri çözüm yöntemlerinden uzak olmak aklı selimin gereğidir. Umalım ki politika yapıcılar yani siyasetçiler bu yönde karar alırlar ve Türkiye’yi Libya ateşinden uzak tutma yolunu tercih ederler. Bu gerçekleşmez ise korkarım ki aynen Suriye’de olduğu gibi bir kez daha Libya’da tarih tekerrür edecektir.