Daha yirmili yaşlarda gencecik bir bayan. Üniversiteden yeni mezun olmuş ve hiç bilmediği bir köy okuluna ilkokul öğretmeni olarak atanmış. Sorumluluğunun ne kadar büyük ve önemli olduğunun farkına varmaya çalışıyor atandığı okuluna giderken. Okulun müdürü de, öğretmeni de, hizmetlisi de o olacak. Tek başına bu koca sorumluluğun üstesinden gelmeye çalışacak ilerleyen her an, her gün. Heyecan, korku, tedirginlik ve mutlulukla karışık duygularla giriyor ilk dersine. Karşısında tıpkı kendisi gibi bu duyguları taşıyan onlarca minik beden. Şimdi onun yapması gereken en önemli görev, bu minicik yüreklere, kendi yüreğindeki sımsıcak sevgisiyle dokunabilmek. Çünkü küçüklüğünden beri, hep öğretmen olmayı, küçücük bedenlerdeki kocaman yüreklere bir şeyler öğretmeyi hayal etmişti. İşte şimdi zamanı gelmişti artık. Atandığındaki mutluluğuna tüm tanıdıkları şahit olmuştu zaten. Zordu görevi. Duâlar ederek girdi ilk dersine. Dersin sonunda korktuğu gibi olmamıştı. Kendisi de şaşırmıştı bu duruma. Belki de sebebi, yıllardır öğretmenlik mesleğinin hayalini kurup, bu mesleğe beslediği sevgisiydi. Sonra diğer derse girdi ve diğerlerine. Ertesi gün, daha ertesi gün…
Günler geçiyordu ve o kocaman yüreklere gün geçtikçe daha da alışıyor, daha da bağlanıyordu. Her gün, derse girdiğinde kendisine çakmak çakmak bakan o gözlerle buluşmak, titreyen minicik elleri avucunun içine alıp kalem tutmasını, yazı yazmasını öğretmek, ağlayan öğrencisinin başını okşayıp, ona sarılıp teselli etmek, farkında olmadan mesleğine ve öğrencilerine olan hayranlığını, bağlılığını giderek artırıyordu. Yıllar geçtikçe daha da farkına varmaya başlamıştı bu durumun.
Aradan yirmi yıl geçti. Yirmi koca yıl. Zorluklarla, meşakkatlerle, umutla ve mutlulukla...
Ne çabuk geçmişti onca yıl, niye hiç farkına varamamıştı? Her gün büyük bir heves ve mutlulukla gitmişti okuluna. Sınıfa girdiğinde, kurşun kalemin o mis kokusunu her aldığında, karşısında sevgisini bölük bölük edip dağıttığı yürekleri gördükçe, bu mesleği seçtiği için hiç pişman olmadığını anlıyordu. Öğrencilerine ders kitaplarındaki bilgilerin yanı sıra, doğruluğu, dürüstlüğü, merhametli olmayı, muhtaca yardım eli uzatmayı öğretmeye çalışmıştı her dâim. Sevgilerin en güzellerini öğretmişti yüzlerce öğrencisine. Ana, baba, vatan, millet, bayrak sevgisiydi mesela bunlar. Hayata sağlam adımlarla basmayı, cesaretli olmayı, sorunların üzerine korkmadan gitmeyi, kendine güvenen, vatanına yararlı bireyler olmayı öğretmeye çalışmıştı geçen onca yılda. Bir keresinde, yıllar önce mezun ettiği öğrencisinden aldığı mesaj gözyaşlarının akmasına sebep olmuştu. Ama mutluluk ve gurur gözyaşlarıydı bunlar. “ Öğretmenimm, ben de meslektaşınız oldum, Diyarbakır’da bir okulda Türkçe öğretmenliği yapıyorum.” yazıyordu mesajda. Ne kadar büyük bir mutluluktu bunları duymak. Şükretti yaradanına bu mesleği nasip ettiği için kendisine.
Şimdi bir okulda, görevini ilk günkü mutluluk ve heyecanla yapmaya devam ediyor bu öğretmen. Hiç azalmadı mesleğine olan sevgisi ve hayranlığı. Öğrencilerine bir şeyler öğretmek için, her gün koşarak gidiyor tabiri caizse okuluna. Her fırsatta mesleğine olan hayranlığını dile getiriyor tanıdıklarına. Yüreğinde sevgi, yüzünde gülümseme olmadan sınıfa girilmeyeceğinin çoktan farkına varmış bile. Dualarında, yetiştirdiği öğrencilerinin vatanına yararlı evlatlar olması dileğini hiç eksik etmiyor. Onları, mesleğinde başarılı bireyler olarak görmek en büyük arzusu. Nereden mi biliyorum? Çünkü o öğretmen benim…
Tüm meslektaşlarımın Öğretmenler Günü’nü kutluyor, beni yetiştiren bütün öğretmenlerimin saygı ve hürmetle ellerinden öpüyorum…