Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bugünün kutlanma nedeni, özel gün olma hikâyesi çoğumuzun malûmudur. Şöyle özetle hatırlamak gerekirse, 8 Mart 1857’de ABD’deki bir tekstil fabrikasında çalışan kadınların, çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla greve gitmeleri, bu girişimlerinden dolayı fabrikaya kilitlenmeleri ve fabrikada çıkan yangında çok sayıda kadın işçinin hayatını kaybetmesidir. Sonraki yıllarda bu tarih tüm dünyada özel gün olarak belirlenmiştir. Hikayesinin hüzünlü olması nedeniyle kimi kesim tarafından ise kutlanması abes karşılanmaktadır. Çünkü her 8 Mart geldiğinde o gün yaşananlar hatırlanmakta ve buruk bir anma olarak gün geçirilmektedir. Bu yıl 8 Mart’ta da yine gün boyunca kadınların sorunları üzerine programlar yapılacak; kadının toplumdaki yeri, toplumdan topluma değişen kadın profili; son yıllarda gittikçe artan kadına yönelik şiddet olayları anlatılacak; bir eş olarak, anne olarak ve çalışma hayatında kadın olarak yaşanılan zorluklar tüm dünyaya bir kez daha hatırlatılacaktır. Peki ertesi gün? Her şey aynen devam edecek, basit bir nesne kadar bile değeri olmayan kadınlar yine hor görülmeye, her türlü değersizleştirilmeye, şiddete maruz kalmaya, azarlanmaya, aşağılanmaya ya da hayatları öfkelerinin kurbanı olan birileri tarafından sonlandırılmaya maruz kalacaklardır. Oysa Yüce Allah Hz. Adem’i yarattığında yanında da Hz. Havva’yı yaratmadı mı, birini diğeri için değil, her ikisi birlikte yeryüzünü imar etsinler, bu görevi birlikte üstlensinler ve dünyayı yaşanılacak hale getirsinler istemedi mi? Yine Yüce Yaradan Kur’an-ı Kerim’de, kadın – erkek ayrımı yapıp cinsiyet farkı arayanlara cevaben ayetler nâzil etmedi mi? Kadını toplumda ikinci sıraya oturtup, değerinin erkekten sonra geldiğini iddaa edenlere, taa yıllar öncesinde “…Üstünlük ancak takvâ iledir..” buyurmadı mı? Onların hem bedenen, hem ruhen erkeklere nazaran çok daha hassas varlıklar olduğunu, onlara davranırken bu hassasiyeti düşünerek özen ve ihtimamla muamele etmek gerektiğini emretmedi mi? Her türlü sorununda ve sıkıntısında gerek yakınları gerekse devlet tarafından bu sorunların birlikte çözülmesi gerektiğini buyurmadı mı? Ve tarih boyunca kadınlarımız her konuda baş tacı edilip, saygı görmedi mi? Peki ne oldu da günümüz toplumlarında kadın olmak, tüm bu saydıklarımızın tam tersi bir hal alıp, görmezden gelinen bir varlık haline gelmelerine neden oldu? Neden toplumlar kadın olmayı, eş olmayı, anne olmayı, bu kadar zor bir hale getirip, neredeyse kadın olarak dünyaya geldiğine pişman olup, dünyanın sadece erkeklere ait bir yaşam alanıymış gibi düşünmelerine sebep oldu? Neden kadınlar “Bu dünyada biz de varız, bizim de yaşamaya hakkımız var, bizim de haklarımız var, biz de mutlu, huzurlu, yarınının garantisi olup olmadığı konusunda endişesi olmayan, toplumda ayakları üstünde durabilen, Hz. Âdem ve Hz. Havva misali erkekle beraber hayatı anlamlı hale getiren, “değer ve kıymet” konusunda gönlü rahat olan, kadın olmaktan öte “insan” olduğumuz için sevgi ve saygı duyulan varlıklar olmak istiyoruz.” diye çığlıklar atma gereği duyuyorlar? Keşke kadınların tüm bunlarla hatta daha fazlasıyla, bu dünyada yaşama hakkı olduğunu sadece 8 Martlarda değil de, yılın her günü, hen an’ı farkında olabilsek ve bu bilinçle kadınlarımıza müteşekkir olduğumuzu hissettirebilsek. Ve tüm insanlık olarak, gönülden gelen bir sesle “İYİ Kİ VARSINIZ!..” diyebilsek.