Fatıma Eslem YALÇIN…

Ankara Keçiören’deki Karacaoğlan İlkokulunda öğretim gören, 10 yaşında bir öğrencimiz. Bu yıl 4. sınıfa gidiyor. Dört kişilik bir ailenin ilk evladı. Anne, kızlarının okulunda rehber öğretmen, baba bir fabrikada tekniker. Elsem, derslerinde başarılı, yaşadığı zamanın bilincinde olan, kendinden emin, hayata sadece çocuk bedenindeki o çocuk ruhuyla değil, sanki hayatın mecburen büyüttüğü bir ruhla bakan, aklı başında bir kızımız. Birinci sınıftan bu yana benim öğrencim. Bu yıl son senemiz, ilkokuldan mezun olup başka bir ortaokulda eğitim öğretimine devam edecek inşallah. Mezun olmadan öğrencimle şöyle güzel bir söyleşi yapalım, düne, bugüne ve özellikle de yarına dâir, bu küçük bedenin kocaman dünyasında neler var öğrenelim, belki de tüm çocukların, biz büyüklerin göremediği, görmezden geldiği, yok saydığı, farkına bile varamadığı o dünyalarının farkına varalım istedim.

Sohbetimize Eslem’in aile yaşantısını anlatmasını isteyerek başladık. Elsem on yaşında dedik ama, sanki bir yetişkinin hayata bakışıymış gibiydi verdiği cevapları ve yorumları. Büyük şehirde yaşamanın, anne ve babası çalışan çocukların yaşadığı tüm sıkıntıları dile getirdi Eslem. Ailesini geçindirmek, kimseye muhtaç etmemek, günümüz zor şartlarında çocuklarının mutluluğu için çalışmak zorunda olan ebeveynlerin çocuklarının yaşadığı her türlü sıkıntıların dili oluyordu anlattıklarıyla. Sabahın erken saatlerinde başlıyormuş evde koşturmaca. Baba, şehrin sabah trafiğiyle işe yetişmeye çalışırken, anne de hem kendisini hem de iki kızını okullarına, mücadeleyle geçecek olan güne hazırlamakla uğraşıyormuş. Koştur koştur evden çıkılıp, zorlu bir günün ardından akşam evde bir araya geliniyormuş ailece. Baba, hem işin hem de uzun süren yolun verdiği yorgunlukla, anne de iki çocuğuyla okulda geçen yoğun günün sonunda tahammül sınırlarının sonlarına gelmiş vaziyette akşamı ediyorlarmış. Akşam da devam ediyormuş koşturmaca evde. Öyle yemek masasında uzun uzun aile sohbetleri olamıyormuş maalesef, sıkıntıların, dertlerin, o gün yaşanan güzel anların uzun uzun kritiği yapılamıyormuş masada. Çünkü henüz o günkü hayat mücadelesi bitmemiş. Evin işleri, çocukların dersleri, yarının hazırlığı derken masada kısa bir sohbet ve koşturmacaya devam. Elsem bu durumdan pek memnun olmadığını, ailesiyle uzun ve kaliteli vakit geçirmek istediğinin altını çizerek söyledi konuşmamızda. Anne ve babasının kendileriyle vakit geçirmek istediklerini ama hem günün yorgunluğundan, hem de vakit azlığından bunu çok az yapabildiklerini anlattı ve “Keşke” dedi, “ Keşke daha çok vakit geçirsek anne babamızla.” dedi üzülerek. “Ben anne olduğumda daha çok vakit geçirmek istiyorum çocuklarımla diye de ekledi.” İşte belki de çocuklarımızla ilgili bahsedeceğimiz çoğu sıkıntının asıl sebebi buydu. Anne baba olarak farkına varmadan, kendi irademizle onların hayatlarında sebep olduğumuz büyük eksiklik. Onların dünyalarına adım atamamamızın nedeni buydu belki de. Çocuklarımızın iç dünyalarının nasıl olduğunu, o dünyalarında neler yaşadıklarını, hayata nasıl bir pencereden baktıklarını, hayattan neler beklediklerini tam olarak göremememizin sebebine değinmişti farkında olmadan: Onlarla yeterince vakit geçirememek.

Eslem’e, günümüz anne babalarının ve çocuklarının çoğunda görülen internet, bilgisayar ve cep telefonu bağımlılığını sorduğumda, bu konuda anne ve babasının bilinçli olduklarını, akşamları o kısacık vakitlerinde bu bağımlılık yerine kendileriyle ilgilendiklerini, çocuklarını da bu bağımlılıktan uzak tuttuklarını, bundan da memnun olduğunu söyledi. Arkadaşlarından çoğunun maalesef ebeveyn bilinçsizliğinden bu bağımlılığa sürüklendiğini ve bu yüzden de sosyal hayatlarının pek olmadığını dile getirdi. Peki, sorumluluklarınızı yerine getirmediğinizde ne gibi cezalar alıyorsunuz kardeşinle diye sorduğumda, annem ve babam istediğimiz şeyleri yapmayarak bize ceza veriyorlar dedi. Sen nasıl bir ceza verirdin bu durumda çocuklarına sorusuna ise, ben de sorumluluklarımı yerine getirmezdim, o zaman anlarlardı çocuklarımın, sorumluluklarını yerine getirmeleri gerektiğini dedi. Mesela, yemeği yapmazdım, dedi gülümseyerek. Sohbetimize bir ara vererek devam ettik.