Korkunun dağları sardığı bu tûfânın en şedit günlerinde bile ülkülerini yüksek sesle dile getirerek “Ülkücünün Çilesi”ni[ Gâlip Erdem; Ülkücünün Çilesi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003] dert edinenler; “urganlı şafaklardan nurlu basamaklara”[ Dr. Mehmet Güneş, Hüzünler “Gül” Kokuyor, Son Sözüm Söylenmedi, 81 ] yol bulan “Yusuf Yüzlü Dokuz Yiğit”in îdâm sehpalarına gittiği kara günlerde her çeşit zulmün, haksızlığın, mağdûriyetin, mahzûniyetin ve mazlûmiyetin en koyu ıstırâbını bizâtihî yaşamışlardı… “Bu Ülke” uğruna çile çekenler, en güzel yıllarını hapishânelerde geçirmiş, cezâevi dışındaki âileler de madden ve mânen perîşân edilmişti… Zaten onlar; 70’li yıllarda mağdur, 12 Eylül’de mahkûm, 80 sonrasında da mazlum ve mahzun olmuş ideâlist insanlardı…
Her türlü toplum mühendisliğinin sergilendiği siyah-beyaz bir cinâyet filmi olan 12 Eylül 1980’den bugüne kadar devam eden değişik zamanlarda ve zeminlerde Hüseyin Aras’la birçok vesîleyle buluşmuş, görüşmüş ve istişâre etmiştik… “Eylül” darbesinin altında kalmış ideâlist insanlar olarak “statüko”yu yeni baştan ve bir kere daha sorgulamaya çalışmıştık… “Seksen sonrası”ndan günümüze “Türk-İslâm Ülküsü” için yapılanlar, farklılaşan bakış açıları, yapılan ittifaklar, “Millî Mutâbakat”lar, “Yatağına Kırgın Irmaklar”[ Ahmet Turan Alkan, Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2007], yaşıyla değil, ama yaşadıklarıyla büyük olan insanlar, “zaman tüneline dalmış hayâller”[ Mehmet Karanfil, Gül Hüznü, 17], uğrunda can fedâ edilen ideâller için zihin ve gönül teri dökmüştük… Bedeli çok ağır olarak ödenmiş bir hareketin tarihine sayfa sayfa kayıtlar düşmüş, Nîzâm-ı Âlem Dergisi’nde yan yana yazılar yazmış, eskimeyen dostların cenâzelerinde, düğünlerinde buluşmuş, konferanslarda ve kongrelerde birçok defâ bir araya gelmiştik…
26 Mayıs 2012 yılında Ecz. Abdullah Taş ve İlhan Köymen kardeşlerimizin fedâkâr çalışmaları ve canhıraş gayretleriyle organize ettiği “İzmir Ülkücülerinin Bornova Öğretmenevi’nde 40 Yıl sonra gerçekleşen buluşması”nda Hüseyin Aras’la gün boyu hasret gidermiş, eski günleri yâd etmiş ve yıllardır görmediğimiz gönüldaşlarımızla kucaklaşmıştık.
Rahmetli Hüseyin Aras, bu buluşmada duygu dolu bir de konuşma yapmıştı. Nereden bilebilirdik ki bu görüşme bu dünyadaki son buluşmamız olacaktı.
Ve 2012 yılının Kurban Bayramı’ndan sonra Hüseyin Kardeşimiz de o amansız hastalık teşhis edilmişti. Gazi Tıp’ta tedâvî gördüğü sırada ziyâret için Ankara’ya gitmiş, fakat o gün Islâhiye’ye döndüğü için ancak telefonla görüşmek kısmet olmuştu. Ardından Antep’te devam eden tedâvî sürecinde, muhterem eşleri ve oğullarından telefonla haber almış, yurt dışından getirtilen ilaçlarla tedâviye devam edildiğini ve durumunda düzelmeler olduğunu öğrenmiştim. Ve 16 Mart 2013 günü sabah saat 05.30’da Hüseyin Aras kardeşimizin Hakk’a vuslat için Ebediyet Yurdu’na azm-i sefer ettiği haberi gelmişti.
16 Mart 2013 günü şâirin;
“Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız…” [ Cahit Sıtkı Tarancı, Seçmeler, Otuz Beş Yaş Şiiri, 98]
diye terennüm ettiği hicrânın ıstırabını yüreklerimizde daha bir derinden duyarken; “Gitti gelmez bahar yeli / Şarkılar yarıda kaldı…”[ Câhit Sıtkı Tarancı, Seçmeler, Sanatkârın Ölümü, 22] dizeleri de göz pınarlarımızı hüzün yağmurlarıyla buluşturmuştu…
Hüseyin Aras’ın 16 Mart 2013 günü 60 yaşında Hakk’a yürümesi, yüreği yanık gönüldaşlarına, ikindi güneşi gibi ömrü kısa, fakat gölgesi uzun olan Yavuz Sultan Selim Han için Kemâlpaşazâde’nin söylediği; “Zılli memdûd olur, zamâni kasîr.”[ Kemalpaşazâde; * “Gölgesi uzun, ömrü kısa olur.”]* mısrâını hatırlatmıştı...
Ve bu güzel insanın ölümü bizlere;
“Gitti ey dil, kimi sevdik ise cânân diyerek,
Etmedik gerçi şikâyet yüce fermân diyerek…”[ Âmil Çelebioğlu]
beyitini hüzn-i tahatturla yâd ettirirken, bir mü’min olarak İlâhî takdîre boyun eğip, “El-hükmü lillâh…” diyoruz… “Allah’tan geldik, dönüş yine O’nadır.”[ Bakara, 2/156] Âyet-i Kerîmesi’ni ve hâdis olduğu da rivâyet edilen; “Ölüm, mü’minin canını Rabb’ine hediye etmesidir.” kelâm-ı kibârını düşünüyor ve;
“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?..”[ Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Güzel Şey, 151]
diyen Necip Fâzıl’ın dizelerini de gönül yaralarımıza merhem eyliyoruz…
Devamı Yarın...