Ünlü ve büyük düşünürümüz Ziya Gökalp ve onun fikirleri bizim için önemini koruyor. O fikirlerini açıkladığı yıllardan bugüne yüz yılı aşkın bir zaman geçti. Fakat görüyoruz ki onun fikirleri hiç eskimiyor ve bugünde güncelliğini koruyor. İmparatorluğumuzun inkıraza girdiği yıllarda belkide can havli ile yazılmış olan bu yazıların ve ileri sürülen görüşlerin o günler için gerekli olan milli şuurun yüklenmesi olarak kabul etmek gerekir. O günleri şartları bu günlerle kıyaslanamayacak kadar çok farklı olması neticeyi değiştirmiyor o günlerde lazım olan milli şuur bugün de en çok ihtiyacımız olan bir duygudur.

Bu açıdan büyük düşünür ve sosyoloğumuz olan Ziya Gökalp’ı ve onun fikirlerini, onun o günlerde Türk milletine teklif ve değerlendirmelerin bilmek ne kadar önemliyse, bugün de milli şuur konusuna eğilmek te o kadar önemlidir.

Şimdi Ziya Gökalp’ın milliyetçilik hakkındaki görüşlerini aktaralım.

“Gökalp’ın ilmi ve ebedi bütün eserleri milliyetçi ruhuyla doygundur. Gökalp’ta milliyetçilik=Türkçülüktür. Bu, onda sarsılmaz bir kanaat-inançtır.

Batı medeniyetine doğru yönelmiştik. O medeniyet zümresine katılmak istiyorduk. Bu milliyet temeline kurulmuş olan medeniyetti. Şu hâlde bizim de milliyetimizi ve milli adımızı yerine oturtmamız gerekiyordu. Bu bir zaruretti. Türkçülük davası da zaten bu zaruretten doğmuştu. Tarih ve diller üzerine olan araştırmaların sonuçlarına dayanan ilim, bizi, belirli bir insan toplumu olmak üzere, “Türk” biliyordu. Biz ise bu ilmi gerçeği kabulden çekiniyorduk. Dini veya siyasi amillerin tesiri altında benimsediğimiz yanlış isimler kullanıyorduk. Yeni devirde artık bu yanlışları düzeltmek zorundaydık. Milliyetçe biz “Türk” tük. Gökalp’ın dediği gibi, bu “bir yüce unvandır”, artık Türklük fikrini benimsemek, geliştirmek ve yaymak, durumu kavrayan bütün aydınlarımızın kutsal ödeviydi.

Birtakım aydınlarımız Türklük-Türkçülük fikrini içten benimseyip bu yolda gerçekten övgü değer emek harcamamışlardır. Ama Gökalp’ın ayrı ve üstün bir yeri vardır. Nasıl? O, Türk milliyetçilik davasını bir düzene koymak, sistem haline getirmek uğrunda çalışıp büyük başarıya ulaşan yüce idealisttir.

Gökalp’a göre, dünyada bir tek Türk milleti vardır ve kendi deyimiyle söylersek, bu “bir ordu” nun türlü isimlerle dağılmasını, parçalanmasını istemez;

“Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı,

Türküm, bu ad her unvandan üstündür.

Yoktur Özbek, Nogay, Kırgız, Kazanlı,

Türk Milleti bir bölünmez bütündür.”

Görüldüğü gibi Ziya Gökalp bütüncüldür, bütünleyicidir. O’na göre dünyada tek bir Türk milleti vardır. Günümüzde, kendilerinin ve devletlerinin çeşitli adlarla anılıyor olmaları neticeyi asla değiştirmez. Değişik coğrafyalarda yaşan tüm Türk kökenli toplulukları tamamı Türk’tür, Türk milletindendir. Türk milleti geniş bir ailedir. Çeşitli bölgelerde sonradan giydirilen çeşitli adlarla anılması bizi yanıltmamalı.

Gökalp en başta dil üzerinde durur. Çünkü çeşitli ve birbirinden çok uzak bölgelere dağılmış olam Türk toplulukları arasında bazı dil farklılığı doğmuş olabilir. Bu yüzden Gökalp ilk önce ve en evvel dil birliği üzerinde durur.

“Gökalp dilde de milliyetçiliğe çok önem vermektedir. Bu arada diyor ki:

“Türklüğün vicdanı bir,

Dini bir, Vatanı bir;

Fakat hepsi ayrılır

Olmazsa lisanı bir.

*

Arapçaya meyletme,

İran’a da hiç gitme,

Tecvidi halktan öğren,

Fasihlerden işitme”

Gökalp “Dilde Türkçülük” ü söz konusu ederken bazı “umde” ler de ileri sürmüştür. Üstadın bu “umde”lerinin ortaya atıldığından bu yana çok zaman geçmiş olduğundan, bunların bazıları tartışma konusu olabilir.

(…) Dilin güzelliği meselesine gelince, “hiçbir dile objektif olarak başka dillerden daha güzeldir denilemez. Evet, dünyada güzel diller vardır. Lakin bir dil daha çok o dille konuşanlara güzel görünür. Bizim için ise en güzel görünen dil Türkçedir.” Diyor Ziya Gökalp (Türkçülüğün Esasları)

Gökalp milliyetçilik konusunda Masallara ve onun diline de çok önem verir. Aslında masallardan da daha öteye geçerek halkımızın konuşma diline de ayrı bir önem atfetmektedir.

“Türk çocukları ve gençliği için yazdığı manzum milli hikâye, masal ve efsanelerde apaçık görülmektedir. (…) Gökalp, bir yandan üstün sosyoloji, psikoloji meseleleriyle uğraşırken, öte yandan yüksek kürsüsünden inerek, Türk çocuklarına halk sevgisini, milliyet duygusunu aşılamak amacıyla halk hikayelerini, masallarını kısa veya uzun manzumeler biçiminde hazırlamak için de zaman ayırabilmiştir.

Bu manzumeler tatlı, iç açıcı, halk ve geçmiş sevgisi uyandırıcı ne güzel parçalardır.”

“Çocuktum ufacıktım.

Top oynadım acıktım.

Buldum yerde bir erik,

Kaptı bir alageyik.

Geyik kaçtı ormana

Bindim bir ak doğana

Doğan yolu şaşırdı,

Kafdağı’ndan aşırdı…

Yol verince gizli yurt,

Aldı bizi bir bozkurt:

Kafdağı’ndan geçirdi,

Türk iline getirdi…”

Ziya Gökalp Din-İslamiyet konusunda bazen yanlış anlaşılmış bazen de kasten onun dinden uzak biri olduğu, sadece Türkçü olduğu üzerinde durulmuştur. Hatta onun Irkçılık derecesinde bir Türkçü olduğu dahi ifade edilmiştir. Halbuki o bir yazısında “ırk atlarda aranır” demiş ve kendi milliyetçiliğinin ırkçılıkla bir ilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Bize göre Gökalp bir kültür milliyetçisidir.

Gökalp dini konuda da milliyetçidir. Fakat onun milliyetçiliği dinin esaslarını değiştirme yönünde olmaktan ziyade daha çok kültürel uygulamalara aittir.

“O diyor ki: “Dini Türkçülük din kitaplarının, hutbelerin, vaazların Türkçe olması demektir. Bir millet dini kitaplarını okuyup anlamazsa dinin hakiki mahiyetini öğrenemez. İbadetten alınacak vecd de ancak okunan duaların tamamiyle anlaşılmasına bağlıdır.”

Ziya Gökalp milliyetçiliğinin yanı başında bir de Turan ülküsü vardır. Türkçülüğün Esasları kitabında Türkçülüğün esaslarını ve umdelerini sıraladıktan sonra nihai hedef olarak Turancılığı ortaya koyar.

“Gökalp’ın milliyetçiliği söz konusu olurken, onun manzumelerinde ve bilimsel yazılarında karşılaştığımız “Turan” sözüne değinmeden geçmek doğru olmaz. Gökalp’ın Turan başlıklı bir manzumesi de vardır. İlkin Balkan Savaşından önce Selanik’te “Genç Kalemler” dergisinde, sonra Türkçülük akımının en civcivli günlerinde (1912), İstanbul’da Türk Yurdu dergisinin “Armağan” larının birinde çıkmıştı. Bu manzume,

“Vatan ne Türkiye’dir, Türklere, ne Türkistan,

Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan.”

“Oysa bugün görüyoruz ki, memlekette bazı çevrelerde “Komünist” sözü gibi, “Turan” be “Turancı” sözleri de son derece kötüye kullanılmaktadır. O da yetmezmiş gibi Turancılık ırkçılık yerine konulmaktadır. Diyelim ki, Türk birliğinden söz açıyorsunuz -bu birlik kültür birliği de olsa- bu zümrelerce siz Turancı ve ırkçısınız. Gökalp’ça da Türk birliğinden güdülen amaç “hars” (kültür) birliğidir. O da şimdilik yalnız Oğuz-Türkmen dalının birliğidir. Yakın “Mefkure” işte bu çeşit birliktir. Türkçülüğün uzak mefkuresi (Ülküsü) “Turan” dır ama, onun bir şeniyet (realite) olması aranmaz. Çünkü, Gökalp’a göre uzak “Mefkure (ideal) ruhlardaki vecdi sonsuz bir dereceye yükseltmek için hedef tutulan çok çekici bir hayaldir.” İşte, Turan da bu nitelikte olan bir amaçtır. Öte yandan, Turan’ın sınırları hakkında Gökalp çok mutedil bir fikir taşır. Ona göre “Turaniler yalnız Türkçe konuşan milletlerdir.”