Ağustos ayı bizim için zaferlerle doludur. Bu ayda kazandığımız zaferlerin tamamı yazılsa kitaplara sığmaz. Bu zaferlerimizi bir Türk olarak okumalı ve öğrenmeliyiz. Bizim geçmişimizde Batı’lı devletler gibi yüz kızartıcı hiçbir olumsuzluk yoktur. Tüm savaşlarımız; İster kara da olsun ister deniz de olsun hak ve adalet üzerine olmuştur. Aman dileyene asla el kaldırılmadığı gibi, hastalara, yaşlılara ve çocuklara a asla dokunulmamıştır. Bizim savaşlarımız aslında birer fazilet mücadelesidir.

Hatta özellikle de Denizlerde küffara karşı verdiğimiz savaşlar dünya tarihlerinde yerini aimış ve dillere destan olmuştur. Tarihimizin bu bölümünü biraz da hatırlamak babından büyük tarihçimiz Yılmaz Öztuna’da alıntılar yapmak yoluyla o günleri bir nebze olsun hatırlamış ve hatırlatmış olalım.

Bu yazıda Türk denizciliğinin Akdenizde bulunuşu konusunda bilgiler bulacağız. (1)

“Bu çağda Türk donanması, Akdeniz’in hemen her tarafında hâkim durumdaydı. Sardunya adasında ve İspanya’nın Akdeniz kıyılarındaki eyaletlerinde devrin en büyük ve en güçlü Hristiyan devleti olan İspanya, Türk donanmasının ani taarruzlarına karşı savunabilmek için, hususi milis birlikleri kurmuş (Lavisse-Rambaud, Histoire Generale, V. 699). Turgut Paşa, Korsika’yı, Malta’nın yanındaki Gozo adasını fethetmişti. Barbaros, bir yıl

Toulon’da kışlamış ve bu maruf Fransız limanı, bir yıl bir Türk şehri olmuştu. İtalya’nın topuğı, Pulya (Apuqlia) eyaletinin ucu, iki defa fethedilmişti. Balear Adaları, Sicilya, Sardunya, Malta, İspanya ve İtalya kıyıları, Türk korsanlarının daimi uğrak yerleriydi.

          Türk deniz kuvvetlerinde “korsan” sınıfı, kara kuvvetlerindeki akıncı sınıfına karşılıktır. Türkçe’de”korsan kelimesi hem “corsaire”, hem de “pirate” karşılığı kullanıldığı için, bu açıklamayı yapmak zorunda kaldık. Türk korsanları, deniz kuvvetlerinin bir sınıfından ibaretti. Hükümetten aldıkları emirlere göre, devletin savaş halinde bulunduğu ülkelerin sahillerini ve gemilerini vururlardı. En büyük Türk amiralleri, bu sınıftan yetişmiştir. Türkiye’nin dostu olan Fransa İngiltere, Hollandai Floransa, İsveç gibi devletlerin gemilerine tecavüz edilmezdi. Meğerki Türkiye ile nadiren araları bozulan bu devletlere karşı korsanlar, hareket emri almış olsunlar (Rycault, I, 276).

          Türk donanması, Babinger’in işaret ettiği gibi (Mahomet II. Le Conguerant, 381), 29 Mayıs 1436 Kelibolu Muharebesinden 7 Ekim 1571’deki İnebahtı bozgununa kadar 155 yıl, 4 ay, 9 gün hiçbir deniz muharebesini kaybetmemişti ki, bu kadar uzun devre, hiçbir milletin denizcilik tarihinde mevcut değildir.

          XV. asır sonlarından XVIII. Asır sonlarına kadar tam 3 asır Karadeniz kapalı bir Türk denizi halindeydi. Bu denizde Türkler’den başka hiçbir devletin savaş gemisi dolaşamazdı. Azak Denizi, bu hükmümüze dâhildir. Aurel Decei diyor ki: “Bütün Karadeniz, Osmanlı inhisarına girdi ve memleketlerinde tabik edilen siyasi ve iktisadi idare, bütün kazancın, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bu denizin aleyhine olarak, zenginliği muazzam bir şekilde çoğalmış olan İstanbul’a gitmesini intac etti” (İslâm Ans. , 58, 245a).

          Modern komando sınıfına karşılık olan akıncılar gibi korsanlar da, düşmanın iktisadi ve manevi gücünü tahrip ve yok ederler, düşmanın baş eğdirilmesinde mühim hizmet görürlerdi. Bu hususu açıklamak için, birkaç misal vermek lazımdır;

          1624 yılı içinde Hollanda’nın 143 gemisi Türk korsanları tarafından zaptedilmişti. Bu gemiler akıl almaz değerle ticari eşye taşıyorlardı (Hammer IX, 30). 1613-1621 arasındaki 8 yılda, yalnız Cezayir limanına 936 Hristiyan harb ve ticaret gemisi, ganimet olarak getirilmişti. Bu devirde Cezayir’deki Türk donanması, 70 harb gemisinden ibaretti. Her gemide 30-40 top vardı. 1609’da İspanya Kralı III. Pelipe’nin yeğeni esir edilip Cezayir’e getirilmişti ki bu olay, sair Türk leventlerinden Geda Muslu’nun bir koşma’sında terennüm edilmiştir. İngiltere ve Fransa, İspanya’ya karşı her zaman Türk donanmasından yardım isterlerdi. I. Elizabeth, Türk Donanması’nın yardımını sağlamak için, protokolü çiğniyerek, Kaptan-ı Derya Kılıç-Ali Paşa’ya hükümdar muamelesi yapıp mektup yazmış ve hediyeler göndermiştir.

XVI. asırda Preveze ve Cerbe gibi tarihin en büyük açık deniz meydan muharebelerini birleşik Avrupa donanmalarına karşı kazanan Türkler, birçok Avrupalı tarihçinin de kabul ettiği gibi Akdeniz’i bir “Türk gölü” haline getirmişlerdir. Türk deniz tarihinin en mühim ve en büyük bahisleri, Akdeniz ve ona bağlı denizlerde (Ege, Adriyatik, Yunan Denizi, Tiren Denizi vs.) geçmiştir.”

 

(1)-Yılmaz Öztuna, “Türk Kültürü” dergisi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara,  Ayyıldız matbaası,  Ağustos 1965, sayı:34, s:753-754