Cumhuriyet’ten mezun olmuştuk. Bir yaz günü sığınağımız, barınağımız, oyun alanımız, top sahamız Cumhuriyet’in bahçesinde mis kokulu akasyaların altında toplaştık. Bundan sonra ne yapacak, nereye, hangi okula devam edecektik? Önümüzde iki tercih vardı. Ya Merkez Ortaokulu’na ya da, Sanat Enstitüsü’nün ortaokuluna gidecektik… Çok bilmiş hallerimizle epey tartıştık istikbalimizi ilgilendiren bu konuyu… Ben, Şeref Bakıcı ve Mahmut Civelek Sanat Orta Okulu’na gitmeye karar verdik. Diğerlerini bilemem ama benim elim uzdu ya da ben öyle sanıyordum.. Bir şeyleri yapmaya, tamir etmeye daha bilemedin, kullanılamaz hale getirip çöpe atmaya elim yatkındı. Bu konudaki ihtisasımı da Boztepelilerin Bahri ile birlikte, rahmetli Yılmaz amcamın evinin bozduğum kapı zilleri ve patlattığım ampulleriyle yapmıştım.
Elektrikle uğraşmak o kadar zevkliydi ki, sihirbazlık gibi bir şey.
Ortada fol yok yumurta yok, iki teli birleştiriyorsun zil çalıyor, lamba yanıyor veya patlıyor.
Bir şeyler oluyor yani. Bu kariyer (!) ister istemez beni Sanat Okuluna yönlendirdi.
Son an da Mahmut Civelek kararından vazgeçmiş, kaydını Ortaokula yaptırmıştı.
Tatil bitti. Yeni okullarımızda öğretime başladık. Orta bölüm öğrencisi olduğumuz için,
üç yılımız torna tesviye, ağaç işleri ve demir işleri bölümlerinin atölyelerinde meslek öğrenmekle geçti. Ama elektrik bölümünde okumak içimde ukdeydi.
Haa! Bu arada okulun voleybol takımında oynamasam bile, antrenmanlarına katılıyordum, duvar gazetesi çıkarıyordum ve okul bandosunda görev alan tek orta bölüm öğrencisiydim. Hocalarımın sevdiği faal bir öğrenciydim yani!
Laf gene uzadı! Neyse Sanat ortaokulundan da mezun olduk.
Şeref Bakıcı, İhsan Oraner, Veysel Arun, Mithat Uyar vd. Enstitüye devam ettiler.
Ben ise hayalimdeki bölüme Ankara’da gidebilmek için diplomamı almaya okul idaresine gittim. Rahmetli müdürüm Nihat Şen ve müdür yardımcısı Aydın Bey okulda kalmam için ısrar ettiler. Ben “elektrik bölümüne gitmek istiyorum” dedikçe, onlar “oğlum yakında buraya da elektrik bölümü açılacak, bölüm değiştirirsin” filan dedilerse de ikna olmadım.
“Bölüm açılırsa koşa koşa döner gelirim memleketime hocam” diyerek ellerinden kurtuldum.
Türkiye’nin en kıymetli Sanat Enstitüleri olan Ankara Ulus’taki Birinci Sanat ve
İstanbul Sultanahmet Sanat Enstitülerinin Elektrik bölümlerinde okuyarak mezun oldum.
Kaderin güzel bir cilvesi; mezun olduğum yıl Elektrik Mühendisliği bölümünü kazandım.
Mühendislik tahsilimi de tamamladıktan sonra, tüm ailem İstanbul’a yerleşmiş olduğu halde mesleğimi memleketimde sürdürmek, kendi insanıma hizmet etmek ve ekmeğimi memleketimde kazanmak için, Yozgat’a geri döndüm.
Ve ben Yozgat’a döndükten bir kaç yıl sonra, Sanat Enstitüsünde Elektrik bölümü açıldı.
Varın, kaç yıl geçtiğini siz hesaplayın.
Bölüm açılmıştı ama elektrik öğretmeni yetersizliği çalınıyordu kulağıma.
Okul müdürlüğüne dilekçeyle başvurdum. “Bila bedelle derslere girmek istiyorum.” diye…
Dilekçemi verip çıkarken, okulun bir öğretmeniyle karşılaştım. Benim gibi çoğu Yozgatlının tanıdığı bir öğretmen. Saat kulesine doğru birlikte yürürken de, söz benim dilekçeme geldi.
Sevgili öğretmenimin bana sorusu şu oldu.
“Kardeşim bu işten kaç para kazanacağını sanıyorsun?”,
“Bilmem? Kaç para kazanabilirim ki hocam siz söyleyin.”,
“Bak kardeşim, Elektrik bölümünün boş geçen mesleki derslerine ben ve
birkaç arkadaşım giriyoruz. Şu kadar ders ücreti alıyoruz. Çok bir para değil yani,”
Cevap bile vermeden, içimden gülümseyerek ayrıldım yanından.
Zaten dilekçeme de cevap verilmedi. Neyse!
Elektrik bölümünün mesleki derslerine giren bu öğretmenimiz,
aslen edebiyat öğretmeniydi…
Selam ve sevgilerimle