Sanıyorum bu “Hacı” lık dededen geliyordu. Un Pazarı’nda babalarımızın dükkanları

karşı karşıya olduğu için tabelalarında “Gürcüler” ya da “ Gürcüoğlu Manifatura Hacı Mahmut Civelek Oğulları Nusret ve Ahmet” yazardı. Biz “Mahmut” u bilmezdik, hep “Hacı” derdik.
Biz Hacı ile arkadaştan öte kardeş gibi büyüdük. Çocukluğumuzdan beri Cumhuriyet’in bahçesinde top oynadık, acıktık, analarımızın çalmalı dürümünü yedik. Çok düdük kavlattık Sırasöğüt’ün dallarından… Çok gobellik, çok pijlik ettik. Bahçelerden elma yolduk, erik çaldık. Unpazarı’nda buğday yığınlarında boğuştuk. Cumhuriyet’ten birlikte mezun olduk.
Gün geldi, ben mühendis oldum, o diş tabibi… O zaman farkettim “Hacı Mahmut” olduğunu.
Ama bizim için değişen bir şey yoktu. “Hacı”mız dı o bizim.
“Mahmut” ters geliyordu sanki dilimize.
Akdağmadeni’ne Hacı’ya gelin almaya gittik. Benim arabayı gelin arabası yapmıştım, arkadaşıma sürpriz olsun diye…
O ne yaptı? Yıllar içinde çürüyen dişlerimi çatır çatır söktü! Hiç acımadan(!)

***
Yozgat’ın o deli kışlarından biriydi. Nasıl soğuk, nasıl ayaz…
Erkenden evlerimize kapanıyorduk.
Böyle bir günün gece yarısında kızım Rana’nın diş ağrısı feryadıyla uyandık.
Çok acı çekiyor olmalıydı ki, ağlaması bir türlü durmuyordu. Daha 4- 5 yaşlarındaydı. Küçücük kızımızın acısını dindirememenin çaresizliği içinde, bizim de içimiz acıyordu. Gecenin saat 2 si. Ne yapılır, nereye gidilir bilemiyorduk….
Dışarıda öyle bir tipi, öyle bir fırtına vardı ki Nohutlu’dan kaldırdığını Çamlığa, Muslubelen’den aldığını Sarıhacılı’ya savuruyordu. Göz gözü görmüyordu.
Spor Salonunun altındaki evimizden normal günde saatini rahatlıkla görebildiğim
Saat Kulesi fark edilmiyor, ışıkları mum ışığı gibi görünüyordu. Caddede köpekler dahi yoktu.
Öyle ağır bir kış gecesiydi. Ve biz çaresizdik.
Aklıma arkadaşım “Hacı” geldi.
Gecenin bu saatinde en azından bir şeyler yapmamızı tavsiye ederdi…
Ama bu saatte nasıl arayabilirdim ki, arkadaşım da olsa.
Bir müddet daha düşündükten sonra elimi yüzüme alıp aradım.
Derdimizi anlattım… “Hemen muayenehaneye gelin” dedi.
“Aman Hacı, dışarı kış kıyamet, gecenin bu saatinde…” dediysem de,
“Ben çıkıyorum evden, hemen gelin.” dedi, kapattı telefonu.
Rana’yı sardık sarmaladık, ağıt figân düştük yola ama tipiden yürümek ne mümkün…
Neyse Hacı, Behiçler Camii’nin oradan, biz Sırasöğüt’ten, Saat Kulesinde buluştuk.
Bankalar Caddesi’ndeki muayenehanesine güç bela ulaştık.
Rana dişçi koltuğuna oturdu,
Hacı daha elini dahi dokundurmadan ağıt figân bitti, ağrı sızı kalmadı!
Allah, arkadaşıma sağlıklı ömür versin!