O zamana göre Unpazarı konfeksiyon fabrikası gibiydi. Aynı çatı altında değilse bile ayrı ayrı işyerlerinden oluşmuş bir konfeksiyon fabrikası. Dükkânların her birinin üst katları sanayi tipi dikiş makinaları, kesim, biçim masaları ile doluydu. Büyükbabam ve babam terzi olduğundan biliyorum. Babamın sol elle kullandığı kocaman terzi makası hâlâ durur.
Bu makinalar gece gündüz harıl harıl çalışır, pazarcılara veya kendi dükkanlarına hazır elbise dikerlerdi.
“Hazır elbise” şimdi ki konfeksiyonun o zamanki adıydı.
Yakalarına kırmızı, sarı, yeşil kurdelaların şerit halinde dikildiği ceketleri bile hatırlıyorum.
Bizim dükkânımız, Cemil, Cemal Bacanlı’nın dükkânının iki dükkân solundaydı.
Bizden sonra uzun yıllar Ortak Gömlekçi İbrahim Yurdakul’da bu dükkânda çalışmıştı.
Babam, akşam üzerine doğru hazırlayıp özenle bağladığı balyasını Unpazarı'nın ortasında duran pazar kamyonuna yükledikten sonra geç saatlere kadar dükkanda çalışır, kesip biçtiği kumaşları annem evde dikerken, babam birkaç saat uyuduktan sonra pazara giderdi.
Artık Şefaatli mi olur, Peyik mi olur, Yerköy mü, Sorgun mu bilemem. Akşamın alaca karanlığına yakın gelirdi pazarcı kamyonu Unpazarına. Herkes bir diğerinin balyasının kamyondan indirilip, dükkânına taşınmasına yardım ederdi.

***

Çocukluğumun Unpazarı’nda Salı günleri pazar kurulduğunu akranlarım bilirler.

Sanırım adı da değişmiş Peynir pazarı olmuş. Köylü şehirli bir araya gelir alışverişler yapılır,

bana da eğlence(!) çıkardı. Eğlence dediysem bir nevi inceleme araştırma…

Hani Un pazarı’nda dükkânı olan esnaf çocuğuyum ya, tek tek gezerdim sergileri, tezgâhları.

Yoğurt kaç para, pekmez kaç para? Ucuzu niye ucuz, pahalısı neden pahalı gözlemlerdim hep…
En çok ta, pazarın ortasına yığılmış halı, kilim, yatak, yorgan, sandık vb. ev eşyalarının

hiç bilmediğim bir tarzda satışı dikkatimi çekerdi.

Çoğu kez çarşıda veya mahalle aralarında “eşşek bulaan, eşşek bulaan” diye bağıra çağıra dolaşan, adlarının Dellal Seyfi, Dellal Kürt olduğunu öğrendiğim kişiler yönetirdi bu eşya satışlarını.

Çarşı esnaflarından yüzlerine aşina olduğum hiç kimseyi göremezdim bu eşyalardan satın alan.

Hep karanlık yüzlü insanlar olurdu alanlar. Parayı en çok verene satılıyordu eşyalar.

Sonra da kendi aralarında konuşuyorlardı, “ucuza kapattık” filan diye.

Madem bu kadar ucuza satılıyordu da bizimkiler neden almıyordu sanki.

Çocuk aklımla önce büyükbabama koşar, meseleyi anlatırdım.

Aldığım olumsuz cevapla babama koşar, ona da anlatırdım.

Babam da, büyükbabamla ağız birliği etmişçesine,

anlamını yıllar, yıllar sonra öğrenebileceğim aynı cevabı verirdi:

“Ağlayanın malı, gülene hayır etmez!”
Selam ve sevgilerimle…