Allah rahmet eylesin… Dedikodu kumkuması bir kadındı. En azından ben öyle tanıdım öyle bildim. Kürtlüğünden gelen asil duruşuyla girdiği her toplumda kerhen de olsa kendine saygın bir ortam yaratır, sözünü sohbetini dinletirdi. Bu otoriter ve ben bilirimci tavrı yüzünden pek hoşlanmazdım. Ama ne kadar hoşlanmazsan hoşlanma, kader bir yerlerde yollarını kesiştiriyor insanların.

Bir gün Ankara Siteler'deki mağazamıza geldi. Söz döndü dolaştı bana küçük bir kiralık ev meselesine geldi. “Amaan gurban olurum. Ben seni evsiz bırakır mıyım. Sen hem oğlumuz, hem damadımızsın! Aha benim Cebecideki ev tam senlik. Get otur!”

Bindik gittik Cebeci’deki evine. Yolda kirayı filan sordum. Sen el misin gurban olduğum, şu gadar versen yeter. N’olacak ki, el eli yur, el de döner yüzü yur.” Öyle bir fiyat söyledi ki, yoldan dönecektim neredeyse. Yolda evi bir anlatıyor, bir anlatıyor sanırsın kral dairesi! Neyse bulduk apartmanı girdik. Ben üst kata yöneldim gayri ihtiyarî. “ Bu yandan gurban olduğum” diye beni bodruma yönlendirdi. Girdik içeri bir göz oda… Duvarlar nemden yeşermiş. Şırıl şırıl değil ama zır zır su geliyor duvarlardan.

Saygımdan sesimi çıkartmadım. Bir düşüneyim deyip ayrıldım.

***

Nişanımızda, düğünümüzde hep içimizdeydi. Öyle ya, atadan Eskipazar’lı olduğumuz için ben hem oğluydum, hem damadı, eşim de hem kızı hem geliniydi…

Evlendik barklandık işimizde gücümüzde aradan birkaç yıl geçti.

Bu arada ayda bir-iki akşam arkadaşlarla erkek erkeğe toplanıyoruz.

Hanımlar da o günlerde ya annesine ya da bir komşu hanıma misafir oluyordu.

Bu hâl aramızda espri konusu olmuştu. “Hanımı babası evine göndermek.”

“Akşam arkadaşlarla bir arada olalım” demenin şifreli esprisiydi bu söz!

Bir gün eşim annesine gitmişti. Akşam ben de oraya gidecektim.

Akşamüzeri büromu kapattım, toplanma yerimiz olan rahmetli Ümit Saygı’nın yanına geldim.

Her zaman ki rahatlığımla, “Hanımı babası evine gönderdim.” dedim.

Çıktım kapının önüne oturdum.

Ümit’in dükkanı iki taraflıydı. Ortada bir çelik raf, sol tarafta kırtasiye, sağ tarafta oyuncaklar vardı. Kürdün Fatma rafın arkasında torununa oyuncak bakarmış. Görmedim. Az sonra O da çıkıp, selam bile vermeden Saat Kulesi’ne doğru yürüdü gitti.

Aradan bir iki gün geçti, geçmedi bomba patladı Yozgat’ta. “Rıfat hanımından ayrılıyormuş!” diye. Kim dedi, kimden duydunuz? Emmimin hanımının görümcesinin eltisinin karşı komşusunun kızı duymuş!” Kim demiş? “Kürdün Fatma…”

Eh! Ben bunu sana sormaz mıyım Kara Fatma! Çevirdim yolunu bir gün.

Dedim ki “Hala niye böyle bir laf çıkardın? Gurban olduğum senin öyle söylediğini duyunca...

Madem öyle söyledim, ortaya çıkıp sorsaydın ya “Bu işin aslı, astarı nedir? Ben sana söylerdim.” Hoş; dükkanın önünde de gördün beni. Niye sormadın? “Ne biliyim gurban olduğum akıl edemedim herhal!”

“Sendeki akıl Yozgat’ta kaç kişide var! Ama sana dedikodu malzemesi lazımdı.”

Uzatmayayım, ertesi gün kalbinin karası yüzüne vurmuş Kara Fatma’nın,

Büyük Cami’den selâsını verdirdim…

İsleğetmiş miyim?